Kamu kurumlarındaki kayırmacılık ve yolsuzluk temel kültürel hastalıklarımızdan biridir; ta Osmanlı’dan bugüne…
Son günlerde belediyeler dolayısıyla tekrar gündeme geldi.
Elbette dürüst insanlar çok, elbette dürüst dönemler var ama ele geçirdiği gücün sürekli olacağını ve denetlenmeyeceğini düşünenlerde bu gücü kötüye kullanma eğilimi her zaman güçlü oluyor.
Kişilerin ahlaklı olması elbette önemli… Ama meseleyi “kurallar ve kurumlar” açısından ele almak gerekir.
SİYASET, CEMAAT, ŞİRKET
Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın “100 günde 136 milyon 579 bin 402 lira bütçe kazanımı sağlandığını” belirten açıklaması önemlidir.
Yavaş’ı tebrik ediyorum. Bütün belediyeler böyle yapmalı; kamuya hesap vermek esaslı bir gelenek haline gelmelidir.
Bu tür harcamaların hepsi kanunen suç niteliğinde işlemler olmayabilir. Ama “kamu kesesinden cömertlik” yapılarak eş dost ağırlamak, siyasi taraftarları kamu kaynaklarıyla ödüllendirmek de mutlaka önlenmelidir.
Bu hem “siyasi etik” bakımından zorunludur, hem devlet kurumlarının işleyişinde verimliliği arttırarak “sağlıklı büyüme”yi gerçekleştirmek için şarttır.
Fakat bireyleşme ve kurumlaşmanın yeterince gelişmediği toplumlarda akrabalık, hemşerilik, cemaat, aşiret, örgüt ve parti bağlılıkları çok etkili oluyor ve beklenti yaratıyor. Böyle toplumlarda hak aramanın, iş bulmanın, işinde yükselmenin, ihale almanın kanalları modern hukuktaki “sınav, liyakat, eşit rekabet” gibi objektif süreçlerden ziyade geleneksel “kayırma, adamını bulma, yandaşlık” gibi ilişkilerdir.
Eski bakanlardan Nihat Ergün’ün “Adım Adım Siyaset” kitabındaki şu sözleri, kuralların ve kurumların (hukukun) zayıf olduğu toplumlar için adeta tabiat kanunudur:
“Partiler bir süre sonra parti olmaktan çıkıyor, siyasi cemaate veya siyasi şirkete dönüşüyorlar...”
UZUN SÜRELİ İKTİDARLAR
Bu sorun insan tabiatından geliyor. Tarihçi İhsan Süreyya Sırma, Hz. Osman’ın 12 yıllık hilafetini ikiyi ayırır; ilk yarı âdildir, Peygamberâne geleneğe uygundur. Fakat ikinci yarıda kabile kayırmacılığı ağır basar, feci olaylar yaşanır.
Osmanlı’da ve bütün milletlerin tarihinde bu sorunlar yaşanmıştır.
Tek Parti devrinde, Başbakan İnönü’nün “aferizm” dediği kayırmacılık ve yolsuzluk olaylarından şikayetleri, bunların yaygınlığını gösterir.
AK Parti “üç Y” (Yasak, Yokluk, Yolsuzluk) ile mücadele taahhüdüyle iktidara geldi. AB sürecinde bu yönde ciddi adımlar attı. Ama zamanla ortaya çıkan sorunları Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ısrarlı uyarılarında görebiliriz:
“Ahlak ile bezenmemiş siyasetten daha tehlikelisi yoktur” (28 Ekim 2015)
“Görev aldıktan sonra evini, arabasını değiştireni partiye sokmam.” (16 Kasım 2015)
“Eşini, işini ve evini değiştirenlerin peşine düşeriz. Parasal ilişkilerde dikkatli olun...” (26 Ocak 2016)
Davutoğlu bu sorunu hükümet programına da yazmıştı; öylece kaldı.
EY PARTİLER…
Kayırmacılık ve yolsuzluk eğilimi insan tabiatında vardır. Bütün toplumlarda ve bütün partilerde şu veya bu ölçüde görülür. Ama kurumlaşmamış toplumlarda daha fazla…
Uluslararası Şeffaflık Derneği’ne göre “Yolsuzluk algısı”nda Türkiye 2012’den itibaren “en çok gerileyen beş ülke”den biridir ve 72. sıraya inmiştir. (DW, 29 Ocak 2019)
Temmuz başında yasalaşan 11. Kalkınma Planı’nda “Yolsuzlukla Mücadele” var fakat üç cümleden ibaret. (Paragraf 785)
Halbuki AB’nin Türkiye’den taleplerinden biri yolsuzlukla mücadele yasalarının çıkarılmasıdır. Vizesiz geçiş için kalan 6 şarttan biri de budur.
Hukuki düzenlemelerle denetim ve şeffaflık getirmek şarttır.
AB’nin 2018 İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin “Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu tavsiyelerinin çoğunu hâlâ yerine getirmediği” belirtilerek şöyle deniliyor:
“Yolsuzlukla kararlı bir biçimde mücadele edilebilmesi için geniş kapsamlı, partiler arası bir siyasi uzlaşma ve güçlü bir siyasi iradeye ihtiyaç vardır... Yolsuzluk birçok alanda hâlâ yaygındır ve ciddi bir sorun olmaya devam etmektedir…”
Evet, eğer gerçekten yolsuzluk ve kayırmacılığa karşıysak, “benim partim iyi, senin partin kötü” demagojisini bırakalım. Partilerin göstereceği uzmanlardan oluşan bir komisyon AB ölçülerine uygun bir yasalar paketi hazırlasın, Meclis kabul etsin.
Var mısınız, ey partiler!
Bu vesile ile, AB kriterlerin önemini de unutmayalım.