Taliban rejimini Çin ve Rusya’nın memnuniyetle karşılaması, önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Zira dünyadaki yeni kutuplaşma eğiliminin bir işaretidir.
İşte, Taliban kendisini “Avrasya” diye ifade edilen otoriter Çin-Rus dünyasında daha rahat hissetmekte, kolayca hüsnü kabul de görmektedir. Ülkemizde ‘Avrasyacı’ Doğu Perincek’in de Taliban’ı alkışlaması, aynı realitenin diğer bir göstergesidir.
Demokratik değerler dünyasında ise, Taliban’ı maddi bir realite olarak tanıyacak olsalar bile, demokrasiyi reddeden, kadınları ikinci sınıfa iten tavrı tabii ki eleştirilmektedir. Taliban’ın istibdadından korkanlar da demokratik ülkelerden yardım ve destek beliyorlar; Çin-Rus blokundan değil.
TALİBAN’A ÇİN-RUS DESTEĞİ
Taliban’ın Kâbil’e girişinin hemen ertesi gün Komünist Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying, “Afganistan’da büyük değişiklikler yaşandı. Afgan halkının istek ve tercihlerine saygı gösteriyoruz” diye açıklama yaptı!
Taliban seçim mi kazanmıştı ki “Afgan halkının tercihi” idi?!
Dahası, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, 28 Temmuz’da Çin’in kuzeyindeki Tianjin kentinde Taliban heyetini ağırlamıştı. Taliban Çin’in Afganistan’da yatırım yapmasını istiyor, Çin’in Taliban’dan isteği ise “terör örgütleriyle arasına net bir çizgi çizmesi”dir.
Elbette Taliban terör örgütleriyle arasına net bir çizgi çekmelidir. Çin’in asıl kastı ise başka… Göreceksiniz, ‘Ümmetçi’ Taliban Uygur Türklerini ağzına almayacaktır.
Rusya Dışişleri Bakanlığı ise, yine Taliban’ın Kabil’e girmesinin ertesi günü yaptığı açıklamada “Afganistan’ın genelindeki durum istikrara kavuşuyoruz” diyerek buna destek verdi. Rusya’nın Kabil Büyükelçiliğinin çalışmaya devam edeceğini de bildirerek resmen tanıma işareti verdi.
Hatta Rusya, “Türkiye’nin Afganistan’daki askeri birliğini tutması, Doha anlaşmasına aykırıdır” diyerek buna bile karşı çıktı. (17 Ağustos)
ÇİN MODELİ?
Kendi ülkesinde temel hak ve hürriyetleri bastıranlar Moskova ve Pekin’le rahat temas kuruyorlar. Ama demokratik ülkelerle temaslarında, en azından o ülkelerdeki özgür basının ve sivil kuruluşların soru ve eleştirilerine maruz kalıyorlar.
Öncelikle Çin’le temas kuran, her devletten önce Rusya’nın desteğini alan Taliban Pekin ve Moskova ile resmi temaslarında “özgürlük?” diye bir soruyla karşılaşmayacağı gibi, Rus ve Çin medyası tarafından da insan hakları diye eleştirilmeyecektir!
O medya organlarının kendisi özgür değil ki.
Rusya’nın gücü Sovyetlerden kalma askeri teknoloji ile muazzam gaz ve petrol kaynaklarından geliyor. Rusya’nın sivil teknolojisi ileri değildir..
Çin ise Mao devrindeki sefaletten hızla uzaklaşmıştır ve teknolojide de başarılı olmuştur. Bu, “kalkınmanın tek yolu demokrasi değilmiş” diye bir düşünceye yol açmaktadır.
Daron Acemoğlu ve James Robinson’un “Dar Koridor” adlı eserinde “kapalı rejim” olarak Çin ekonomisinin karşılaştığı sorunları ve büyümede nasıl hız kaybettiğini görebilirlesiniz.
Gerçekten dünyada demokrasi, 21 yüzyılda bile “dar koridor”dur. Son yirmi yıl otoriter-popülist yönetimlerin yaygınlaşması bunu göstermektedir. Demokrasinin gerektirdiği iyi eğitimli, açık fikirli, sağlam hukuk kurumları olan bir toplum haline gelmek kolay değil…
TÜRKİYE: BATI MI- AVRASYA MI?
Gelişmekte olan ya da orta gelir grubunda bulunan ülkelerde totaliter Çin kalkınması şu veya bu ölçüde etkili olabilmektedir.
Taliban örneğinde olduğu gibi otokrat ve totaliter idareler için Çin-Rus bloku cazip gelmektedir.
Sadece ekonomik modeller alanında değil, siyasi değerler sisteminde ve dış politikada ülkeler önünde kabaca iki tercih gözükmektedir: Otoriter “Avrasya” mı, demokratik “Batı” mı?
Diplomat Naci Koru, “önümüzdeki dönemde tercihler, ‘demokratik’ ve ‘otoriter’ değer sistemleri arasında olacak gibi görünüyor” diye yazıyor (www.nacikoru.com)
Emekli Büyükelçi Naci Koru, “önümüzdeki onyılların artık ‘demokrasilerin mutabakatı’ ile ‘otoriter yönetimlerin buyuruculuğu’ arasındaki rekabet zemininde şekilleneceğini” belirtiyor.
Türkiye belirsizlikten sakınmalıdır. Belirsizlik yalnız getirir. Türkiye’nin sabit ayağı Batılı demokrasiler dünyasında olmalıdır; jeopolitik de ekonomi de özgürlüklerimiz de bunu gerektiriyor.
Öbür ayağı milli çıkarlara göre bütün ülkelerle pragmatik ilişkiler geliştirmelidir tabii ki.
Tarihimizin de özeti budur zaten.