Virüse karşı başarıda üç şart

Taha Akyol

Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi ve Uluslararası İlişkiler Konseyi Başkanı Prof. Dr. Mustafa Aydın, Taha Akyol’un sorularını cevapladı.

EĞRİSİ DOĞRUSU- TAHA AKYOL

Dünyanın siyasi fotoğrafını tahlil ederken ‘otoriter rejimler’ ve ‘popülist demokrasiler’ kavramlarını kullanıyorsunuz. Neden? Özgürlükçü anayasal demokrasiler yok mu?

Özgürlükçü veya liberal demokrasiler gerileme sürecindeler, her yerde zayıflıyorlar. Son dönemde sıklıkla popülist rejimlerin halkın çoğunluğunun arzularının siyasete yansıtılmasında liberal demokrasilere nazaran daha başarılı oldukları ve genel olarak açıkça ifade edilmeden otoriter rejimlerin demokrasilerden daha başarılı oldukları izlenimini veren analizler yapılıyor. Covid-19 salgınının başlarında da otoriter bir rejime sahip, özgürlüklerin kısıtlandığı, insan haklarına saygı gösterilmeyen Çin’in nasıl hızlı karar alıp, Wuhan bölgesini etkili şekilde kapatıp, virüsle mücadelede başarılı olduğu anlatıldı bize. Bu yorumlara karşı sorulacak ilk soru, “yaşamınızın her aşamasında takip edilip, temel hak ve özgürlükleri ancak devletin verdiği ‘vatandaşlık puanı’ çerçevesinde kullanabileceğiniz bir ülkede yaşamak ister misiniz?” olmalı. Ayrıca, Çin’in virüsle mücadeledeki “başarı” hikayesinin aslında yanlış, eksik ve geç bilgilendirmeye dayandığı, aldığı sert tedbirlerin sadece bu virüsle mücadeleye mahsus olmayıp farklı etnik ve siyasi gruplara karşı denendiği, farklı ülkelere “gönderdiği” yardımların önemli bir kısmının kamuoyu diplomasisi çabası olduğu da hatırlatılmalı. Dolayısıyla ben de konuyu tersinden ele alarak, popülist yönetimler ile otoriter rejimlerin sorunlu yanlarını anlatma yoluyla özgürlükçü demokrasilerin bu krizle ve genelde toplumsal sorunlarla başa çıkmada daha etkin ve başarılı olduklarını göstermeye çalışıyorum.

OTORİTER REJİMLERDE VİRÜS

Virüsle mücadelede, otoriter rejimler daha başarılı değil o zaman?

Elbette değil. Virüsün yayıldığı ilk haftalarda bu yorumlar yapıldı ama zamanla bunun bir tarafta ilgili ülkelerin yanlış ve eksik bilgi vermelerinden, diğer taraftan algı operasyonu denilebilecek faaliyetlerinden kaynaklandığı anlaşıldı. “Mücadelede en etkin yöntem izolasyon olduğuna ve bireyler sadece telkinle evde kalmadıklarına göre en iyi çözüm vatandaşları zorla evlerine kapamaktır” düşüncesi ve bunu da en iyi otoriter rejimlerin yapabileceği algısı, otoriter rejimlerin iki önemli yönünü göz ardı ediyor. Otoriter rejimler varlıklarını sürdürmek adına hiçbir zafiyetleri gün yüzüne çıkmasın isterler. Nitekim, tüm otoriter rejimlerin ilk ortak uygulaması virüsle ilgili haberlerin baskılanması, halktan ve uluslararası toplumdan gizlenmesi oldu. Sonuçta zamanında müdahale edemediler. Çin ve İran en net örnekler. İkinci olarak, otoriter rejimler halkı, ikna ve bilgilendirmeden ziyade baskı, şiddet ve korku yoluyla kontrol etmeye çalışırlar. Asıl sorun covid-19’un hızla gelip geçecek bir mesele olmayıp, mücadelenin uzun dönemli dayanışma ve yaşam tarzı değişikliğini gerektirmesi. Herkesi zorlayıcı tedbirlerle haftalarca evde tutabilirsiniz. Ama bireyler yeterince bilgilendirilip, yapılanın önemine inanmadıkları sürece, alınan önlemlerin etrafından dolaşacak arayışların peşinde olacaklar, ilk fırsatta da göz ardı edeceklerdir. Ayrıca halkın yapılana inanmaması beraberinde sorunun önemsenmemesini getirerek salgının yayılmasına da katkı yapıyor.

BAŞARILI DEMOKRASİ VAR MI?

ABD, İngiltere, İtalya, Fransa başarısız. Başarılı demokrasi var mı?

Başarılı ve başarısız demokrasi ve otoriter rejim örnekleri var. Salgınla mücadelede rejim tipinden çok etkin yönetim önemli. Otoriter rejimler daha hızlı karar alabildikleri için kısa vadede daha başarılı gözüküyorlar. Ama hızlandırılmış karar alma yöntemi ile sıklıkla tek adam veya dar grup karar verme modeline yöneldikleri için hataya daha çok açıklar; uzun vadede ise demokrasiler otoriter rejimlere göre daha etkinler. Zaten, dünyada mevcut salgınla mücadele örneklerine baktığımızda en başarılı olanların (Almanya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Norveç, Tayvan vb.) tamamı demokratik devletler. Bu elbette demokrasi ile yönetilen tüm devletler virüsle mücadelede başarılı oldu demek değil. Özellikle İtalya, İngiltere ve ABD başarısızlıklarıyla derhal göze çarpıyor. Fakat, İngiltere ve ABD’nin bir süredir popülist iktidar girdabına kapıldıklarını, İtalya’nın ise bir taraftan artık klişeleşmiş planlama başarısızlığı ve siyasi kaosla yaşama alışkanlığı, diğer taraftan yaşam tarzı ve yaşlı nüfus oranıyla diğer AB ülkelerinde ayrıştığını vurgulamak lazım.

ÜÇ ŞART

Virüsle mücadelede başarı ve başarısızlık faktörleri neler?

Mücadeleyi başarıyla götüren devletlere baktığımızda üç ortak özellik öne çıkıyor: şeffaf ve net bilgilendirme ile halkta güven uyandırma; gelişmiş ekonomi ve planlama becerisi; popülist, dinsel, siyasal tercihler veya bireysel arzularla değil, bilimin işaret ettiği yönde ilerleme. İşin pratik kısmında ise hızlı reaksiyon, erken ve kapsamlı önlem, yaygın test ve erken tanı, izolasyon ve halkı ikna öne çıkıyor. Başarısızlık tarafında ise popülist politikalar, cehalet ve bilimdışı arayışlar, tehlikenin boyutu hakkında yeterince bilgilendirme yapılmaması ve özellikle otoriter rejimlerde sorunun gizlenerek müdahalede geç kalınması öne çıkıyor.

ÖZGÜRLÜK MÜ GÜVENLİK Mİ?

Kullandığınız kavramlardan biri de “güç devşirmeye çalışan rejimler.” Ne demek mu?

Ani gelişen salgın insanların varlıklarını tehdit etmeye başlayınca, bireyler, özgürlüklerinden devlet lehine vazgeçmeye razı oldular. Elbette salgın şartlarında bireylerin özgürlük-güvenlik dengesinde aşınmaya razı olmaları, haklarından ilelebet vazgeçmeyi kabul ettikleri anlamına gelmez. Gerçek demokrasiler ile diğerleri arasındaki fark da burada beliriyor. Vatandaşın endişelerinden faydalanarak, rejimin/liderin yetkilerini artırmaya çalışmak uzun vadede sürdürülebilir değil. Algılanan tehdit nedeniyle özgürlüklerinin kısıtlanmasına rıza gösterenler, tehdit geçtiğinde bunları geri isteyecekler. O noktada krizden güç devşiren rejimler ile bireylerin salgın sonrası özgürlük talepleri arasında önce gerilim, çözümlenemezse de çatışma çıkma olasılığı var. Tabii bu tür rejimlerin bu krizle ortaya çıkmadıkları, Macaristan örneğinde olduğu gibi zaten gücün tek elde toplanması sürecinde olduklarını ve salgını bu iş için bir araca dönüştürdüklerini de vurgulamak lazım.

‘Uyum sağlayanlar öne çıkacak’ diyorsunuz? Ne anlama geliyor?

Keskin dönüşümler devlet mekanizmalarını zorlayan unsurlardır. Devlet dediğimiz yapı zaman içerisinde değişmekle birlikte, bundan hazzeden bir yapı da değildir. Krizler ise devletleri hızlı reaksiyona ve esnekliğe zorlar. Tarihi örneklere bakarsanız, değişime direnenlerden ziyade, değişimin yönünü görüp ön alabilen devletlerin başarılı olduklarını, ön alamasa bile değişime uyum sağlayanların da durumu idare ettiklerini görürsünüz. Bu salgında da şartlara uyum sağlayıp, hızlı ve etkin karşılık veren devletlerin kriz yönetiminde öne çıktıklarını görüyoruz. Aynı durum salgın sonrasında da geçerli olacaktır. Salgın sonrasında sorunları ağırlaşmış bir dünya bizi bekliyor. Bu duruma ve kriz sonrasında gelişecek şartlara uyum sağlayarak, vatandaşlarının ihtiyaçlarına etkin şekilde karşılık verebilen yönetimler öne çıkacaktır.

LİBERAL DEĞERLER?

Liberal ‘minimal devlet’ yerine işlevleri, yetkileri artmış otoriter bir devlet mi gelecek?

1990’lardan itibaren dünyada hâkim olan neoliberal ekonomik düzen ve mütemmim cüzü küçülen devlet anlayışı bir süredir aşınıyor. Önce ekonomik tarafta sıkıntılar belirdi. Zaten baştan beri neoliberal küreselleşmenin sorunlu yönlerine dikkat çekiliyordu ama 2008 krizine kadar bunları güçlü çokuluslu şirketlerin desteklediği kurumsal yapılara ve sistemi kontrol altında tutan ABD’ye anlatmak mümkün olmadı. 2008 krizi küreselleşmenin sosyal maliyetleri ile ekonomik krizler döngüsünü gözler önüne serince “düzenleyici devlet” kavramı öne çıktı. Covid-19 salgını nedeniyle dünya çapında yavaşlayan üretim ciddi ekonomik sorunlar doğuruyor. Sistemsel adaletsizliklerse bu sorunların belli sınıfları daha çok etkilemesine neden oluyor. Örneğin, tüm dünyada “evde kal” kampanyaları yapılırken, devletin doğrudan desteğini almadan bazı bireylerin evde kalmalarının mümkün olmadığı, çalışmazlarsa kendilerini ve ailelerini besleyemeyecekleri görülüyor. Bu da sisteme tepkiyi artırıyor. Bu anlamda liberal düzenin ekonomik tarafında bir düzeltme ve devletin daha çok sosyal politikalarla öne çıkmasını bekliyorum. İşin siyasal boyutunda ise konu bence salgınla pek alakalı değil. Salgının bazı yönetimlere merkezileşme, güç devşirme ve özgürlükçü demokrasiden uzaklaşma fırsatı sağladığı doğru, ama bu son 10 yıldır gelişen trendin devamı. Popülizm, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığını bir araya getirerek, bireysel haklar yerine milleti/devleti önceleyen bu yaklaşım salgından çok önce ortaya çıkmıştı. Salgının bunun üzerinde, Macaristan hariç, henüz net bir etkisini görmedik. Hatta ters yönde bazı işaretler var. Özellikle ABD ve İngiltere örnekleri bu açıdan izlenmeli. Nihai etkisinin ne olacağını söylemek içinse çok erken.

‘YENİ LİDERLER ÇIKACAK’

Yeni liderlerin çıkışını bekleyebiliriz diyorsunuz, neden?

Çünkü kriz dönemleri toplumlar için yeni kahramanlar, liderler, hikayeler yaratma dönemidir. Bu nedenle dünyada farklı ülkelerde yeni hikayeler anlatabilecek yeni liderlerin yükselişine tanıklık edebiliriz. Kriz dönemi liderliği de önemlidir, ama krizden sonra gelişmeleri belirleyecek olan kriz süresince yaşananlardan ziyade, kriz sonrasının beklentilerine en iyi kimlerin cevap vereceğidir. Kriz dönemlerinde toplum beğenilerinin hızla değişebildiğini de unutmayalım. Özellikle krizin uzaması ve ekonomik olumsuzlukların artması durumunda pek çok ülkede popülist liderlerin sorgulanıp, gelişmelerin hızlı iktidar değişikliklerine neden olması ihtimaldir. Buradan yola çıkarak, popülizmden köklü bir dönüş yaşanacağını kast etmiyorum; onun kendi dinamikleri var. Fakat bu, popülist çağda hızlı lider değişiklikleri olmaz anlamına da gelmez.

OTORİTER DEVLET?

Buradan 1930’lar gibi otoriter, yasakçı, korumacı eğilimler mi, Uluslararası işbirliği fikri ve uluslararası kurumlar mı güçlenecek?

Uluslararası işbirliği anlayışının salgında yara aldığına kuşku yok. Devletlerin ilk önlem olarak sınırlarını kapatmaları, tıbbi malzeme ticaretini sınırlandırmaları, ilaç ve aşı üretiminde işbirliği yapamamaları gibi gelişmeler çok taraflı işbirliği fikrine darbe vuruyor. Fakat bu doğrudan salgının sonucu değil. İçe kapanmacı, korumacı ve yasakçı eğilimler zaten gündemdeydi. Kriz bunu daha net ortaya çıkardı. Ama dünyada buna karşı reaksiyon da var. Özellikle sivil toplum girişimleri ile bireylerin gidişata direndiklerini görüyoruz. Örneğin Covid-19 üzerine çalışan bilim insanları, devletlerin engelleme ve bilgiyi ulusallaştırma çabalarına rağmen, internet üzerinden virüsle ilgili verileri paylaşıyorlar. Üstelik bunu, aşı ya da ilacı ilk üretenin elde edeceği büyük ekonomik gelir ve akademik prestiji bilerek yapıyorlar. Devletler düzeyinde ise, küresel sorunlara ancak çok taraflı işbirliği modellerinin cevap bulabileceği anlayışıyla, aralarında Almanya, Şili, Hindistan ve Güney Afrika’nın da bulunduğu 67 ülke Alliance for Multilateralism (Çok Taraflılık İttifakı) için bir araya geldiler. ABD, Rusya ve Çin ise dışında kaldılar. Uluslararası örgütler krizde başarılı bir sınav veremediler ama bunun temel nedeni, çok taraflı işbirliği fikrinin zayıflığından ziyade bazı devletlerin modelin etkin çalışmasına engel olmaları. Dolayısıyla, kriz sonrasında uluslararası işbirliğinin bir yana atılmasından ziyade, daha etkin çalışma için reform arayışı öne çıkacaktır.

TÜRKİYE’NİN YERİ?

Türkiye nerede duruyor? Nasıl bir gidiş yansıtıyor?

Türkiye tüm bunların ortasında ve belki de bilinç altımızda hep olmak istediğimiz gibi, nevi şahsına münhasır hibrit bir model sunuyor. Herhangi bir yasaklama getirmeyen devletler ile sokağa çıkmayı ülke çapında yasaklayan devletler arasında “hafta sonu sokağa çıkma yasağı”, belli kesimleri evde tutma ama aynı zamanda ekonominin çarklarını döndürmeye devam etme, test, teşhis ve tedavide merkezileşme ama illerde özelleştirilmiş önlemler için valilere yetki devri gibi farklı yönlere işaret eden politikalar bir arada. Uluslararası alanda ise çok sayıda ülkeye yardımlarla öne çıkan dayanışmacı model sunarken, Alliance for Multilateralism içerisinde yer almıyor. Salgının önemli bir yönü de önlemler ile kriz yönetiminin başarılı olup olmadığını ancak salgın sona erdiğinde görebilecek olmamız. Türkiye modelinin başarı düzeyini de ancak o zaman değerlendirebiliriz.

KİMDİR?

Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi ve Uluslararası İlişkiler Konseyi Başkanı Prof. Dr. Mustafa Aydın, yayımlanmış çok sayıda bilimsel kitap ve makalesinin yanı sıra kamuoyu araştırmalarıyla da tanınıyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (37)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.