Amerika Uzmanı Mehmet Yeğin, ABD seçimlerinin ardından Taha Akyol’un sorularını cevapladı.
Trump ABD tarihindeki belki en tartışmalı başkan. En çok tepki çeken, en çok eleştirilen tarafları nelerdi?
Trump’ın en fazla eleştiri alan yönü başkanlık yapabilecek birikim ve kabiliyete sahip olmamasıydı. Üstelik bir başkana yakışmayacak sözleri ve davranışları vardı. Bu nedenle de kendi partisinden, kabinesinden ve hatta ailesinden insanlar haklı eleştirilerde bulundular. Cumhuriyetçi Güney Karolina Senatörü Lindsey Graham, Trump’ı başkan seçmeyi insanın kendi kafasına kurşun sıkmasına benzetirken, yeğeni kitabında amcasının yalancı ve sahtekâr olduğunu yazdı. Bence Trump’ın en problemli yönü kendisini takip eden insanları aldatan ve gerçeklikten koparan tutumu oldu. Pandemi konusunda bilim insanlarının önerilerini dikkate almayıp takipçilerini maske takmamaya teşvik etmesi, vücuda dezenfektan enjekte etme gibi akla aykırı tavsiyeleri birçok insanın ölümüne ve hastalığın kendisine de bulaşmasına neden oldu. Pew Araştırma Merkezi’ne göre koronavirüs konusunda halkın sadece yüzde 30’u başkana güveniyordu.
TRUMP’A TESLİM OLMAK
En çok bakan ve bürokrat değiştiren başkandı, değil mi?
Trump ile çalışamayarak istifa eden veya kovulan bakan ve üst düzey bürokratların anlattıklarına baktığımızda, birlikçe çalıştığı insanları bilgi birikimleri, özsaygı ve onurları ile ilgili ve hatta yasalara uyma bağlamında ağır tercihler yapmaya zorladığı anlaşılıyor. Buna göre, Trump ile çalışmak bir ömür boyu savunduğunuz değerleri O’nun dar anlayışı ile ezip geçmesini izlemek demekti. Kızı, damadı veya başka yetkisiz insanların sizin sorumlu olduğunuz alana müdahale etmesi ve kamuoyu önünde aşağılanma demekti.
Kısacası kendisinden vazgeçerek tamamen Trump’a teslim olmayan kimsenin bu birlikteliği yürütmesi mümkün değil. Bu nedenle Trump’ın Dışişleri ve Hazine Bakanları Pompeo ve Mnuchin dışında üst düzeyde koltuğunu koruyabilen benim görebildiğim başka isim neredeyse yok. Bu durumda Trump yeniden başkan seçilseydi daha düşük profilde ve kendisini daha az sorgulayan kişiler ile çalışacaktı. Bilgisizliğine, yeniden seçilme özgüveni ve kendisini frenleyebilecek kimsenin olmamasını eklersek, belki de dünya politikasında büyük yıkımlara yol açacaktı.
‘ÖLÜMÜNE TRUMP’
Bir de ölümüne Trump yanlıları var. Bunlar nasıl bir sosyo-politik tabana dayanıyor?
Trump’ın sıkı destekçileri hakkında söylediği meşhur “5. Cadde’nin ortasında durup, silahla adam öldürsem bile beni desteklemeye devam ederler” sözünü hatırlatalım. Trump seçmenlerini incelediğimiz zaman genel olarak kırsal kesimden, eğitim seviyesi düşük, kendi yaklaşımlarının Washington’da temsil bulmadığını düşünenleri görüyoruz.
Bunların önemli bir kısmını Evanjelikler oluşturuyor. Bu kesim, Trump’ın Tanrı tarafından kullanılan bir araç olduğunu öne sürerek, yanlışları ve ahlaksızlığına rağmen desteğini çekmiyor. Başkan Yardımcısı Pence ve Dışişleri Bakanı Pompeo’nun da Evanjelik olması da önemli bir etmen. Bu kesimden ayrı düşünmek zorunda olmadığımız derin devletin varlığına inanan ve halka rağmen belirli politikaların takip edildiğini düşünen insanı da eklemeliyiz. Son olarak az veya çok ırkçı olup toplum baskısı nedeni ile bunu dile getiremeyen bir kesim var. Trump’ın ırkçı yaklaşımlarını sözünü sakınmadan seslendirmesi ve bu grupları doğrudan eleştiren açıklamalardan kaçınması, kendisini bu grupların temsilcisi ve sesi haline getirdi.
BÖLÜNMÜŞ AMERİKA
‘Trump, kutuplaşma anlamında ABD’yi böldü’ deniliyor. Nasıl bir şey bu?
Aslında ABD’de kutuplaşma Trump ile ortaya çıkan bir durum değil. Bill Clinton dönemine hatta öncesine kadar izleri sürülebilir. Partizanlığın her şeyin önüne geçtiği bu tabloda başkanların, Konge’de rakip parti ile uzlaşmak yerine başkanlık kararnamelerini kullanarak, tek taraflı olarak karar alma eğilimi arttı. Kongre çözüm yeri olmaktan çok rakip partiyi çalıştırmama yeri haline geldi ve hükümet bir çok defa kepenk kapatmak zorunda kaldı. Sırf kendi partisinden olduğu için kirli geçmişe sahip olma, Yüksek Mahkeme dahil önemli pozisyonlara getirilmeye engel teşkil etmedi.
Bu tıkanıklık insanları halihazırdaki sistem ve partilerin sorunlarını çözemeyeceği inancına itti. Böylece halkta marjinal hareketlere ve kişilere destek verme eğilimi arttı. Çay Partisi Hareketi ve Wall Street’i İşgal Et Eylemleri ve demokratik sosyalizm söylemi marjinale olan eğilimlerin farklı yansımaları. Diğer taraftan sosyal medyanın gerçek ilişkilerin önüne geçtiği, insanları sadece kendileri gibi düşünen gruplarla etkileşim içerisine sokan bir yankı odasına dönüştüğü bir dönemden bahsediyoruz. Trump, işte böyle bir dönemin ruhuna uygun olarak ortaya çıkan ve azınlıklara, kadınlara, engellilere ve hatta ölülere hakaret etmekten çekinmeyen bir isim. Bu tutumu da halkı daha fazla birbirinden kopardı ve farklılıkların çatışmaya dönüşmesine yol açtı.
TRUMPİZM ÖLMEDİ
Trumpizm neden ölmedi? Trump neden beklenenden de fazla oy aldı?
Birçokları seçim sonuçlarında Biden’ın büyük bir fark ile kazanamamasını Trump zihniyetinin toplumda hâlâ güçlü bir karşılığı olmasına yorarak, hayal kırıklığına uğradı. Ancak bence bu beklenti en başından beri yanlıştı. Kökü onlarca yıl öncesine dayanan kutuplaşma ve Trump ile daha fazla görünürlük kazanan ırkçılık ve bağnazlık birden sona erer mi? Joe Biden’ın ılımlı tutumu ve akla çağırması önemli. Ancak sadece bir seçim dönemi ile insanların dönüşmesi ve iyileşmesini beklemek zaten gerçekçi değil. Bu, zaman alacak bir konu ve Biden’ın tek başına çözebileceği bir problem de değil. Diğer taraftan Trump’a her oy veren insan Trump’ın zihniyetini taşımıyor. Bunların önemli bir kesimi pragmatik nedenlerle, Trump’ın ekonomiyi iyi yönettiğini düşündüğü; iyi bir iş ve yüksek bir maaş istediği için kendisine oy verdi. Açıkçası pandeminin ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisine kadar ekonomik göstergeler oldukça iyiydi ve hatta pandemi nedeni ile Biden’ın ülkeyi kapatacağı ve işlerini kaybedeceklerini düşünenler de Trump’a yöneldiler.
YARGI NE YAPAR?
Trump itirazlardan sonuç alabilir mi? Yargı nasıl davranır?
Trump, yapacağı itirazlarla ilgili son kararı Yüksek Mahkeme’nin verecek olmasına güveniyor. Çünkü bu mahkemeye kendisi rekor bir sayı ile üç üye atadı ve mahkeme üyeleri arasındaki ideolojik denge altıya-üç, muhafazakâr yargıçlar lehine bozuldu. Üstelik seçim öncesi çeşitli senaryolar üzerinden hazırlık yaptığı da anlaşılıyor. Mesela Trump’ın kendi seçmenlerini COVID-19 riskine rağmen ısrarla mektup ile değil, sandığa giderek oy kullanmaya teşvik etmesi tesadüf değil. Yine Rudy Giuliani ve Eric Trump’ın kalabalığı da arkalarına alarak Pennsylvania’da sayımı takip edemediklerini iddia etmeleri ve sayımı durdurmaya çalışmaları da önceden çalışılmış görünüyor. Eğer iki temel sorun ortaya çıkmasaydı Trump’ın bu konuda başarılı olması da imkânsız değildi.
Birinci olarak sadece bir eyalette yani Pennsylvania’da başa baş bir seçimle karşı karşıya kalmadık. Biden, Trump’ın beklediği senaryonun oldukça ötesine geçerek Pennsylvania, Georgia, Arizona ve Nevada’da öne geçti. Trump açısından daha problemli konu ise mektupla oy kullanma konusunda oluşturacağı şüpheler bir eyalette kendisine kazandırırken diğer eyalette kaybettirecek. Arizona eyaletinde önde olan Biden’ı geçmesi için mektup üzerinden verilen oylara ihtiyacı var. Trump, iddialarını hiçbir somut delile dayandıramazken, yargıçların böyle bir tabloda kendilerini Trump’a siper etmeye çalışacağını pek zannetmiyorum. 2000 yılındaki seçimlerde alınan kararda etkin bir rol oynadığı için Yargıç Antonin Scalia’nin yıllar sonra bile bu konu ile hatırlandığı ve eleştirildiğini unutmayalım.
ILIMLILIK KAZANDI
Joe Biden, Trump kadar karizmatik değil. Neden kazandı?
Evet, Biden normalde Amerikan seçmeninde heyecan oluşturmaktan uzak bir aday. Ancak bir bakıma Trump’ın zıddı olarak kendisine güçlü bir marka oluşturmayı başardı. Biden, merkeze yerleşen bir aday olarak Trump’ın kutuplaştırma tuzağına düşmedi. Başkan yardımcısı adayını seçerken, kampanya ve oy sayımı esnasında sürekli herkesin adayı olduğunu gösteren ve güven veren adımlar attı. Bu bağlamda Biden’ın Hillary Clinton’ın küstürdüğü mavi yakalı işçilerden, Trump’ı başkanlık için yetersiz ve tehlikeli gören cumhuriyetçilere uzanan ideolojik bir skalada insanları bir koalisyon etrafında topladığı söylenebilir. Bu çerçevede 2016’da kaybedilen Wisconsin, Michigan ve Pennsylvania ile Trump’ın öldükten sonra bile arkasından konuşmaya devam ettiği John McCain’in senatörü olduğu Arizona’yı kazandı.
DIŞ POLİTİKA
Biden nasıl bir dış politika izler, Trump’dan farklı yönleri ne olur?
Biden, ne içe kapanan ne de her yere müdahil olmaya çalışan bir dış politika istiyor. Trump’ın benimsediği Çin’i durdurma veya bastırma yaklaşımına karşın ABD’nin ilerlemesi ve öne geçmesine odaklanmak istiyor. Çin’i değiştirmeye çalışmak yerine çevresini dönüştürmeyi hedefliyor. Ayrıca Biden, işlemeyen uluslararası kuruluşlarda reform yapma niyetinde. BMGK’nın Hindistan’ı da kapsayacak şekilde genişletilmesine bu dönemde şahit olabiliriz. ABD, bu dönemde iklim değişikliği, salgın hastalıklar ve silahsızlanma konusunda daha etkin bir liderlik yapmaya çalışacaktır. Obama döneminde Avrupa ile yürütülen TTIP, Asya ile yürütülen TPP serbest ticaret müzakerelerine geri dönülmeyecek. Çünkü bunların artık ABD çıkarına olduğu düşünülmüyor. NATO’da ABD’nin yükünü paylaşılması ısrarı devam edecek. İran ile diplomasiye dönülse de Obama dönemindeki kadar müsamahalı olunmayacak. Ayrıca Trump’ın Körfez ülkeleri ile yakın politikası son bulacak ve daha dengeli bir çizgiye gelecek.
TÜRKİYE İLE İLİŞKİLER?
Biden’ın kazanması Türk-ABD ilişkilerini nasıl etkiler?
İlk başta Biden’ın seçim öncesinde Türkiye hakkında yaptığı açıklamalara dayanarak, ikili ilişkilerin mutlak bir krize gireceğini düşünmek yanlış olur. Obama seçim döneminde 24 Nisan’da “soykırım” diyen ilk başkan olacağı vaadinde bulunmuş ancak bunu yapmaktan kaçınmıştı. Benzer bir şekilde Biden da çizgisini yumuşatma ve ilişkilerde bir denge yakalama eğiliminde olacaktır. Burada önemli konulardan biri Ankara’nın ABD ile nasıl bir ilişki kurmak istediği ve ayrışılan konularda nasıl bir tutum takınacağıdır.
Trump’tan farklı olarak Biden Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları konularında daha eleştirel bir tutum takınabilir. Bunun ötesinde Biden’ın Çin’e karşı Avrupa ve Asyalı müttefiklerini bir araya getireceği demokratik ülkeler zirveleri yapacağı, halihazırdaki ittifakların ötesinde yeni koalisyonlar oluşturacağı konuşuluyor. Türkiye demokrasisini iyileştirme ile dışarıda kalma konusunda bir tercih yapmak zorunda kalabilir.
İkinci olarak Biden, Türkiye’yi Moskova ve Washington arasında tercih yapmaya zorlayabilir. Bu yaklaşımın bir uzantısı olarak S-400 savunma sistemlerinin aktive edilmesi durumunda Türkiye’ye yönelik yaptırımlar tekrar gündeme gelecektir. Yeni başkan, Türkiye’den beklediği güvenceleri almadan yaptırımları engellemeyebilir. Yine bu dönemde PKK’nın Suriye kolu olan YPG daha güçlü bir destek alabilir. Washington’da PKK’nın silah bırakması konusunda arabulucu bir rol oynama eğilimi dile getiriliyor ki bu durum yeni bir Kürt açılımını gündeme getirebilir. Son olarak Biden hem Doğu Akdeniz hem de Ermenistan konusunda Türkiye’nin karşısına çıkabilir.
Kongre’de Türk-Amerikan ilişkileri konusunda ne gibi gelişmeler olabilir?
Ankara’nın Kongre ile ilişkileri hemen hiçbir zaman sıcak ve yakın olmadı. Ancak son dönemde Türkiye ile ABD arasında derin politika ayrışması ile konu farklı bir seviyeye taşındı ve lobi faaliyetleri ile düzeltilemeyecek hale geldi. Türkiye’nin Washington ile bütün sorunlarını Beyaz Saray üzerinden çözme çabası, yaptırımları durdursa bile diğer konularda yetersiz kaldı. Türkiye’nin yıllar boyunca büyük paralar harcayarak durdurduğu, sadece alt komisyonda geçtiği için büyükelçisini geri çağırdığı Ermeni tasarıları, Kongre’den hiçbir dirençle karşılaşmadan geçti ve Güney Kıbrıs’a yönelik silah ambargosu kaldırıldı.
Yeni dönemde demokratlar ve cumhuriyetçilerin fikir birliği içerisinde olduğu nadir konulardan biri Türkiye karşıtlığı. Bu dönemde Türkiye, Kongre’de de dostlar edinmek ve ikili ilişkilerde iletişim kanallarını artırmak zorunda. Aksi takdirde sadece yaptırımlar değil birçok diğer konuda aleyhte kararlar çıkabilir.
MEHMET YEĞİN KİMDİR?
Dr. Mehmet Yeğin, Berlin merkezli SWP adlı düşünce kuruluşunun Amerika Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı. Yüksek lisansını Cincinnati Üniversitesi’nde Amerikan politikası üzerine yaptı. Doktora derecesini Bilkent Üniversitesi’nde ‘Türkiye ABD öncülüğündeki askeri koalisyonlara neden katılır veya katılmaz?’ başlıklı teziyle aldı.