İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 10 Nisan Cuma akşamı iki günlük sokağa çıkma yasağını duyurduğunda saatler 21.30 civarındaydı.
Valiliklere de genelge göndermişti
Soylu, sürecin “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatları doğrultusunda” yürütüldüğünü vurguluyordu ama gece açıklanmasını da Cumhurbaşkanı mı istemişti; net değildi.
Hafta sonu tedariksiz kalma telaşıyla vatandaşlar sokaklara, marketlere yığıldı. Vahim bir tabloydu.
Bakan Soylu o gece CNN Türk’te Başak Şengül‘e şunları söyledi:
“Hafta sonu itibariyle tüm verilerimiz göz önüne alındığında Cumhurbaşkanımızın talimatıyla birlikte Sağlık Bakanlığımızla da görüşerek değerlendirme yaparak, sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı çerçevesinde bir hafta sonu itibarıyla 30 büyükşehir artı Zonguldak’ta sokağa çıkma yasağı ilan edildi.” (10 Nisan, saat 23.05)
‘ÜMİTLERİ BALTALADI’
Yasağın ilanı da Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla olmuştu demek ki.
Bakanın da Bilim Kurulu üyelerinin de haberi yoktu.
Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Ateş Kara, 11 Nisan Cumartesi “risk çok ama çok büyüdü” diyerek o kalabalıkların kendilerini karantinaya alması gerektiğini söylüyordu.
Bilim Kurulu Üyesi Tevfik Özlü ‘korkunç’ diyerek şunları söylüyordu:
“Son 4-5 gündür işler iyi gidiyordu, seviniyorduk. Ama bugün bir kırılma noktasına geldiğimizi düşünüyorum. Bugün sokaklara taşan insanların bulaştırmasının önümüzdeki bir hafta-on gün
içinde bir bedelinin olacağını düşünüyorum. Bunu tam öngöremiyorum ama bu biraz iyi beklentilerimizi baltaladı.”
Evet, ölüm artış oranları azalıyor, iyileşmeler artıyordu. Türkiye’nin “plato” denilen ‘yatay çizgi’ aşamasına yaklaştığı ümidi doğmuştu.
Ani açıklama ile sokakların dolması bu ümidi “baltalamış”tı. Önümüzdeki “bir hafta on gün içinde” yani virüsün kuluçka devresi bitince bunun bedeli ortaya çıkacaktı!
‘İSTİFA VE DÖNÜŞ’
Bunun siyasi sorumluğunu Soylu üstlendi. 12 Nisan Pazar akşamı saat 21.30’da istifasını açıkladı:
“Yaşadığım onca tecrübe, sorumluluk kısmı üzerimizde olan bu olayda, böyle görüntülere yol açmamalıydı. İyi niyetle, hafta sonunda salgını ve bulaşı bir nebze durdurabilmek adına atılan bir adımdı. Hiçbir zaman zarar vermek istemediğim Aziz Milletimiz, hayatımın sonuna kadar da sadık olacağım Sayın Cumhurbaşkanım beni bağışlasın... Onurla yürüttüğüm İçişleri Bakanlığı görevimden ayrılıyorum.”
Soylu, istifasını Cumhurbaşkanına bizzat bildirmişti. İki saat sonra Beştepe’den açıklama yapıldı, Soylu’nun hizmetleri, özellikle terörle mücadeledeki gerçek başarısı vurgulanarak “istifanın kabul edilmediği” belirtildi.
Soylu hemen göreve dönme açıklaması yapmadı, 12 saat bekledi, bu açıklamayı pazartesi günü öğle saatlerinde yaptı. Görevine daha da güçlenmiş olarak döndü.
İnsan hayatıyla ilgili çok vahim bu hatayı Soylu üslenmiş, ama Cumhurbaşkanı onu affetmişti… Olay kapanmış oluyordu… mu?
‘GÜÇ DAVRANIŞI’
Soylu ayrı bir siyasi damar olan Demokrat Parti’nin genel başkanıydı; o zaman demokrasi mücadelesi yapardı, telefon açıp kendisini kutlamıştım.Fakat uzun süre “güç” sahibi olmak insanlarda “güç davranışı” yaratıyor. Hırslı, enerjik, keskin polemikçi Soylu istifa edip mütevazi bir halde kenara çekilmeyi artık içine sindirebilir miydi?
Dahası Soylu gibi hırslı, enerjik, keskin polemikçi bir İçişleri Bakanı’ndan partili Cumhurbaşkanın vazgeçmesi de beklenmemeliydi.
İçişleri Bakanı istifa etti diye heyecanlı bir kısa gün yaşadık, geçti gitti…
DENETİM VE DENGE
Cumhurbaşkanı’nın yeni sistemde şahsen ne kadar merkezî, ne kadar belirleyici olduğu görülüyor; üstelik parti lideri…
Çok geniş yetkilerle kararlar almak için hiçbir “kurul”un katılım ve denetimi söz konusu değil.
Soylu’nun şu sözleri, sistemin özeti gibidir:
“Hayatımın sonuna kadar da sadık olacağım Sayın Cumhurbaşkanım…”
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Karaismailoğlu’nun yeni görevine başlarken “bizi bu göreve layık gören sayın cumhurbaşkanımıza layık olmak için elimizden gelen herşeyi yapacağız” diye konuşması da sistemin nasıl bir siyasi kültür yarattığının bir örneğidir. (28 Mart)
Erdoğan da “beyefendi böyle istiyor denilerek benim adıma ahkam kesilmesinden” rahatsız olduğunu açıkladı ama bunu üreten, aynı sistemdir.
İnsanlık tarihi boşuna kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, kurumlar ve kurallar gibi değerleri ve mekanizmaları anayasalara yazmadı.
Bunlar yetersiz olduğunda, kişisel hata katsayısı ve sistemsel yönetim sorunları artıyor tabii.