Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail, Mısır ve Suriye hükümetlerine karşı yıllarca yürüttüğü amansız mücadelenin ardından şimdi dönüp barışmaya yönelmesini nasıl tahlil etmeliyiz?
Siyaset elbette değişkendir. 19 Yüzyılda İngiliz diplomasisinin şeflerinden Lord Palmerston ne demişti: “Bizim ezelî ve ebedî dost ve düşmanlarımız yoktur. İngiltere’nin menfaatleri ebedîdir ve vazifemiz bunları gözetmektir.”
Palmerston, Rus genişlemesine karşı Osmanlı’yı destekledi. Fakat muazzam endüstriyel ve askerî dinamizmiyle Almanya asıl tehdit haline gelince İngiltere Rusya’yla ittifaka yönelecek, Abdülhamid ve İttihatçılar da Almanya’ya yönelmek zorunda kalacaklardı.
Böyle uzun yılları kapsayan esaslı jeostratejik değişimler olmadan politikalarda ancak ince ayarlar yapılır. U dönüşleri yapılmaz; yapılırsa tutarsızlık ve güvensizlik görüntüsü oluşur.
ERDOĞAN’IN KAVGASI
Erdoğan İsrail, Esat ve Sisi’ye karşı mücadelesini diplomatik sınırlar içinde tutsaydı, bugün “ayarlama” yapmasını kimse yadırgamazdı. Fakat “bu can bu tende oldukça” diyerek ve İslami kavramlarla kutsallaştırarak öyle sert bir siyaset yürüttü ki, şimdi dönüp barışmaya çalışması elbette “ayarlama”nın ötesinde bir “U dönüşü” olarak gözüküyor.
Araplara “topunuz bir Türkiye etmezsiniz” diye seslendik. Araplar Yunanistan’ın yanına gitti…
Batı ile sorunlarımızı diplomasi kanallarının içinde tutmak ve ilişkileri geliştirmek şeklindeki kurumsal geleneğimizin aksine, miting meydanlarında “Haçlı ittifakı” ve hatta “Merkel’e oy vermeyin” gibi ifadelerle politika yaptık! AİHM kararlarının bağlayıcı olduğunu Anayasanın 90 maddesine yazan Erdoğan’ın bu döneminde, hukuk sorunları dış ilişkileri sarsacak bir duruma geldi.
Nihayet “sevgili dostum” dediği tek liderin Putin olduğu bir yalnızlık tablosu ortaya çıktı.
Hangi yönden baksanız, “eksen kayması” denilen bir tablo!
‘OSMANLI TOKADI’
Artık “Osmanlı tokadı”yla dünyaya nizam verdiğimizi zannetmenin coşkusu içinde ekonomideki erken alarmları görmedik. Dünya büyürken bizim payımız on yılda küçüldü.
‘128 milyar dolar’ vakasının ardından son dokuz ayda Merkez Bankası’nın swaplarla topladığı 80 milyar doları sarf ederek, önümüzdeki yıl için bütçe açığını 659.milyar liraya, faiz giderlerini 565 milyar liraya çıkararak çarkları bir süre döndürmek mümkün: ama nereye kadar?
Bu sorunun cevabını, Cumhurbaşkanı’nın Suudi Prens’le ve Körfez şeyhleriyle kucaklaşmasında, İsrail’le barışmasında, Sisi ve Esat’la görüşme kapılarını açmasında aramak lazım: Rusya’dan ve Araplardan kaynak transferi… Fakat bu da nereye kadar?
Turgut Özal ve Kemal Derviş’in reformları gibi ekonomiyi yoluna koymadan, kara dellkleri kapatmadan, hortumları kesmeden nereye kadar? Seçimlerden sonra buna mecbur kalacağız.
ŞARTLARI NE?
Türkiye’nin sıkıştığını biliyorlar. Yüzde 10 dolar faiziyle borçlanmak bunun yalın bir kanıtıdır. Hepsi bu değil maalesef.
Erdoğan’ın görüşme mesajına Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri, Türkiye’nin Libya politikalarını değiştirme sinyali vermediğini söyleyerek normalleşme sürecini askıya aldıklarını söyleyerek cevap verdi! (30 Ekim)
Halbuki Libya, doğu Akdeniz’deki tek dayanağımızdır!
Associated Press ajansı, Ankara’nın ilişki talebini Esat’ın “reddettiğı” yolunda haber yaptı. (23 Kasım)
Esat’ın ipi Putin’in elindedir. Şartlar koşacaklar. Esad'a yakınlığıyla bilinen Suriye Halk Meclisi eski milletvekili Şerif eş-Şehade, “Türkiye bir an evvel Suriye topraklarının tamamından çıkmalıdır. Bu diyalog yolu açılabilmesi için çok önemli bir adımdır” diyerek ilk işareti vermişti. (22 Ağustos)
EKSEN’E DÖNMEK
Elbette barışma teşebbüsü doğrudur ancak ülkeyi bu hale getiren yanlış politikaları, bu yanlışları yaptırtan ideolojik ve şahsi saikleri görmezden gelmek doğru olmaz. Zira o saikler yerinde dururken inandırıcı olmak ve ‘dönüş’ten optimal neticeler almak kolay olmayacaktır.
Türkiye, hem ekonomide hem dış politikada son on yılda, özellikle CB sistemi döneminde yapılan yanlışlardan tamamen dönmelidir. Türkiye’nin geleneksel kurumsal dış politika ve kurallı piyasa ekonomisi “eksen”ine dönmesi bir zorunluluktur.
Geciktikçe fatura ağırlaşıyor, endişeliyim.