Seçim sürecinde ortaya çıkan en vahim gerçek, hiçbir ahlaki ve medeni sınır tanımayan husumet ve kutuplaşmadır. Bir millet içinde adeta düşman iki cephe!
Seçimleri savaş, siyasi rakibi de düşman diye görünce, her hile, her sahtecilik, her iftira mübah oluyor.
Kılıçdaroğlu hakkında, tamamen uydurma olduğu bilinen afişlerin ısrarla duvarlara yapıştırılması her türlü hukuki ve ahlaki standardın nasıl yok olduğunun bir örnektir.
Dahası, bu sahte afişlerin üzerine “yalan” diye yazan CHP’li gençlerin gözaltına alınması da kamu erkinin nasıl siyasallaştırıldığını, nasıl “taraf” haline getirildiğini gösteren bir örneğidir.
Muhalefetin “işgal güçleri” gibi gösterilmesi… Bu çatışmacı konuşmaların “ahiretini kurtarma” telkinleriyle körüklenmesi… Camide 85 milyonun vergileriyle maaşını alan militan bir sözde din görevlisinin “silahlanma” çağrısı… Çok vahim bunlar.
MONTAJ SKANDALI
DSP Genel Başkanı Önder Aksakal, Merve Kavakçı’yı Meclis’ten kovan bir geleneğin temsilcisidir. Fakat Ak Parti’den milletvekilliğini garantileyince, müthiş bir dönüşüm geçirerek muhalefeti “küffar” diye niteledi! İktidar çevresinde göze girmenin yolu böyle demek ki...
Millet İttifakı partilerinin “Kandil’den emir alıyor” diye gösterilmesi, bu yalanı yaymak için tamamen uydurma montajlar üretilmesi, hele de bunun Cumhurbaşkanı tarafından mitinglerde gösterilip TV konuşmalarında tekrarlanması!..
Erdoğan, “ama montaj ama şu, ama bu” diyerek montaj olduğunu onayladığı halde bu ‘deep fake’te ısrar etmesi!.. Anlaşılabilir gibi değildir.
Erdoğan “14 Mayıs seçimlerinin uhulet ve suhulet ile büyük bir demokrasi şöleni şeklinde gerçekleşmesi”nden bahsettiğinde, son derece normal olan bu sözü hayretle karşılanmıştı çünkü onun tarzı uhuletli ve suhuletli değil. Muhalif politikacılara ve gazetecilere saldırılar olduğunda Cumhurbaşkanı kınamak yerine “daha bunlar iyi günler” türü konuşmalar da yapmıştı. Son seçimlerde muhalefeti büsbütün hain ve din karşıtı gibi göstermekten de sakınmadı.
‘SAVAŞ HALİNDEYİZ’
Hain, iç düşman, dış güçler türü kavramların çeşitli toplumlar gibi bizde de karşılığı var. Sorun, siyasetin ve bazı ulema ile dini cemaatlerin bunu körüklemesidir.
Arkadaşımız Yıldıray Oğur, “Ya ümmetin Türkiyeli evlatları?” başlıklı yazısında, cemaatlerin muhalefeti “kâfir” gösteren yazışmalarından örnekler vermişti!
Hayrettin Karaman, kendisinden beklenmeyen ve de kariyerine yakışmayan partizan yazılarında, maalesef bu yanlışı yaydı. Köşe yazısındaki şu satırlara bakın:
“Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak akla ve hikmete uymaz.
Savaş sırasında âdî suçluların cezası infaz edilmez ve biz zalimlerle savaş halindeyiz.
Doğrucu Davudluk adına düşmana fırsat vermek ve bindiğimiz dalı kesmek de makul ve meşrudur diyemem!” (Yeni Şafak, 14 Haziran 2019)
Hoca’nın muhalefeti “düşman” gördüğü ve gösterdiği, iktidarı alenen eleştirmeyi de ‘akla ve hikmete’ aykırı gördüğü açık.
DAR’ÜL HARP DEĞİL, VATAN
Bunlar Karaman Hoca’nın icat ettiği görüşler değil. Eski fıkıh kitaplarından ve eski siyasi literatürden geliyor. Ama o çağlarda İslam dışı kültürlerde de otoriteye ve “düşman”a böyle bakılırdı.
Müslümanlar, bu tarihî anlayışı dinin gereği zannettiler. Bu yüzden son dört beş asırda hem eleştirel düşünce gelişmedi hem sürekli “düşman” ve “savaş” psikolojisi ilmî merakı ve temasları engelledi.
Müslümanların bu psikolojisi geri kalmalarının sebeplerinden biri oldu. Bu konuda büyük tarihçilerimizden milliyetçi muhafazakâr merhum Prof. Osman Turan’ı okumalarını tavsiye ederim. (Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Ötüken yay. cilt 2, s. 273 vd.)
Netice itibariyle, Türkiye gibi sosyolojik entegrasyonunu henüz tamamlayamamış, temel anayasal değerlerde uzlaşamamış bir toplumu kutuplaştırmak, hele de milletin bir bölümünde öbürünün düşman olduğu duygusu yaratmak fevkalade tehlikelidir.
Kafalarımız bu duygulara kilitlenince asıl konuşmamız gereken hukuk, iktisat, bilim, eğitim, geçim sorunlarımızı konuşamaz hale geliyoruz. Bu, iktidarın işine gelse de ülkemizin geleceğine zarar veriyor. Bakın, “orta gelir tuzağı”nda debelenip duruyoruz.
“Savaş” psikolojisinin her yöntemin mubah olduğu duygusunu yaratması, bütün değerlerimizi çürütmektedir.
Hayır, Türkiye “dar’ül harp” değildir, “vatan”dır.