Merhum Bülent Ecevit başkanlığındaki 57. Hükümetin ülkemizde ciddi reformlar yaparak gelişmemize ivme kazandıran bir hükümet olduğunu kaç kişi hatırlar?
Bugün, yirmi sene öncesinde kalmış o reformların önemini yazacağım. Sadece yakın dostum merhum Mesut Yılmaz’ı anmak için değil; reform düşüncesinin önemini anlatmak için.
Şunu tereddütsüz söyleyebilirim, 1999-2002 arasındaki 3.5 yıllık o hükümetin yaptığı reformlar, Ak Parti iktidarının ilk iki dönemdeki başarılarının da zeminini hazırlamıştır.
HANGİ REFORMLAR?
Ecevit hükümetinde hukuki reformlar konusunda birinci imza, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün imzasıdır. Sayın Türk, dün telefonda şöyle söyledi:
“Mesut Yılmaz Türkiye’ye büyük hizmetler yapmış bir devlet adamıydı. Bütün reformlara destek verdi…”
1999-2002 reform yıllarıdır. Hukuki saha üç temel konu vardı:
• Adil yargılanma dahil insan haklarını geliştiren reformlar.
• Parti kapatmayı zorlaştıran, ifade ve gösteri hürriyetlerini genişleten reformlar.
• Savaş hali ve yakın savaş tehlikesi dışında idam cezasını kaldıran reformlar.
Bunlar Türkiye’nin dünyada yalnız kalmaması, Batı dünyasında yerini sağlamlaştırması içindi.
Genç Bahçeli liderliğindeki MHP ilk ikisini desteklemiş, idama gelince katılmamıştı.
Öcalan’ı kurtarıyorlar demagojisine karşı Adalet Bakanı Sami Türk Meclis’te cevaben konuşmak istemişti, yanındaki Mesut Yılmaz’ın uyarısı:
“Konuşursan daha da gerginleşir, iş zorlaşır. Nasıl olsa çoğunluğumuz var, teklif kanunlaşsın.”
Sansasyonların, taşkın heyecanların değil siyasi rasyonalizmin adamıydı Mesut Yılmaz.
İKİ ÖNEMLİ KURUM
Hukukun aynı zamanda ekmek demek olduğunu acı tecrübelerle artık toplumca anlıyoruz. Hukuka güven sarsılınca yatırımlar da düşüyor.
O dönemde doğrudan ekonomiyle ilgili reformlarda birinci imza Kemal Derviş’e aittir. Bilhassa iki reform önemlidir:
• 1999 yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nu oluşturan Bankalar Kanunu.
Kurum ‘özerk’ti, mali piyasaların düzgün ve kurallı işlemesini sağlayacak, sorunlu bankaların tasfiyesini yönetecekti. Bugün rezervler erimişken bile hâlâ mali sistemimizin sağlam olduğunu söylüyoruz ya, bu gerçektir ve yirmi yıl önceki bu reform sayesindedir.
• 2001 yılında Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yasalaştırıldı. Para politikalarının kur ve faiz gibi ‘araç’larını Merkez Bankası iktidarlardan bağımsız olarak düzenleyecek, seçim kazanmak için iktidarlar karışmayacaktı.
Ali Babacan, Karar TV’deki konuşmasında söylemişti; 2008’deki küresel krizi Türkiye’nin büyük sarsıntı görmeden geçirmesinde Merkez Bankası’nın bağımsızlığı büyük katkı sağlamıştı.
‘Laf dinler’ hale getirilmesinin de sonuçlarını yaşayarak görüyoruz.
O hükümette üç liderden hiçbiri güç zehirlenmesine tutulmamıştı. Buna zamanları da olmamıştı, güçleri de baştan çıkaracak kadar muazzam ve muhteşem değildi.
SAĞ-SOL MESELESİ
Kemal Derviş, koalisyonda gerilim çıkarabilecek çeşitli sorunları Mesut Yılmaz’la görüşerek kabineye getirirdi. Hatta Yılmaz, Kemal Derviş’i partisine almayı, gerekirse bir devre sonra liderliği ona bırakmayı bile düşünmüştü.
Yılmaz’ın şahsi birikiminden başka, bilhassa Turgut Özal mektebinde yetiştiğini de hatırlamak lazım.
İktisadi modernleşme tarihimizde büyük payı olan merkez sağın Demirel ve Özal gibi iki güçlü lider etrafında derin bir şekilde iki bölünmesi hem siyasi istikrar bakımından hem bu ana akımın dağılması bakamından Türkiye için talihsizlik oldu.
Nihayet, tarihe “bizimkiler, sizinkiler” diye at gözlüğü takarak değil, bir laboratuvar gibi bakarak göreceğimiz gerçek şudur: Türkiye kurumlaşmada çok gecikmiş bir toplumdur; bu yüzden bizde siyaset daima hukuktan güçlü oldu: BDDK 1991’e kadar gecikmeli miydi? Merkez Bankası’nın statüsü bu kadar kolay, üstelik bir KHK ile değişmeli miydi?
Tarih bize kuralların ve kurumların önemini anlayın diyor.
Prof. Hikmet Sami Türk’ün şu sözünü buraya alıyorum:
“Son zamanlarda büyük üzüntü duyduğum iki vefat oldu. Biri Ali Bozer; benim doktora hocamdı, Dışişleri Bakanlığı yapmıştı… Öbürü Mesut Yılmaz, hiç siyasi ihtilafa düşmeden Türkiye’ye hizmet amaçlı reformlar için birlikte çalıştığımız bir devlet adamıydı.”
Hikmet Sami Bey solcu, Bozer ve Yılmaz sağcı; değil mi?
Ama kalite ve reform fikri daha değerli, görüyorsunuz.
Rahmetle anıyorum ikisini de.