Pandeminin siyasete etkilerini araştıran Doç. Dr. Seda Demiralp, Taha Akyol’un sorularını cevapladı.
Pandemi süreci gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini nasıl etkilemekte?
Pandemi süreci ülkeler arası olsun ülke içi olsun, dezavantajlıyı daha ağır etkiliyor. Fakir daha fakirleşiyor, şiddet gören daha çok şiddet görüyor. Yoksul ülke vatandaşları, hele o ülkenin varoşları, kadınları, göçmenleri diğerlerinden daha olumsuz etkileniyor. Yani dezavantajlılık katmanlarının her biri pandeminin etkisini çarparak artırıyor.
Sanitasyonun, tıbbi müdahalenin ve aşının önemli maliyetleri var, en doğrudan eşitsizlik burada etkisini gösteriyor. Ayrıca teknoloji kullanımının yaygın olmadığı ülkelerde ve ailelerde iş ve eğitim aksıyor, günde bir kez okulda parasız yediği öğlen yemeğinden mahrum kalan yoksul çocuklar pandemide okulların kapanmasıyla birlikte açlık da çekiyor, özel arabanın lüks olduğu ülkelerde toplu taşıma pandemi yüzünden eski haliyle kullanılamaz olunca ya işe gitme şansı ortadan kalkıyor ya hastalık riski göze alınıyor. Güvencesiz işler pandemide ilk son verilen işler olduğundan buralarda çalışanların çok olduğu ülkelerde ekonomik sıkıntı daha ağır oluyor. Gelişmiş ülkeler kapsamlı destek paketleriyle pandeminin hasarını bir nebze telafi edebilirken, gelişmekte olan ülkeler bunu yapamıyorlar.
İlaveten, gelişmiş ülkelerin ağırlıklı olarak demokratik olduklarını düşünecek olursak, bu ülkelerde pandemiyi iyi yönetemeyen siyasiler değiştirilebilirken (örneğin Trump) otokratik ülkelerde bu imkan olmadığı için gittikçe dibe iniliyor.
KÜRESELLEŞMENİN SONU MU?
Pandemi uluslararası ekonomide küreselleşmeyi mi, korumacılığı mı güçlendirecek?
Her iki argümanı da kuvvetle savunmak mümkün, henüz net bir galip yok. Pandeminin küreselleşmenin bir sonucu olması küreselleşme karşıtı görüşleri kuvvetlendirebilir. Ayrıca ekonomik krizler genelde içe kapanmayla sonuçlandığından pandemi dönemi yaşanan ekonomik sıkıntıların da böyle bir sonucu olmasını beklenebilir. Eldeki kıt ve kıymetli olanı dışarı satıp elden çıkarmamak gibi (örneğin aşı), dışardan gelebilecek mala güvenemeyerek (örneğin gıda ürünleri) yerli üretime yönelmek veya içerideki işsizliğe kısa vadede çözüm olması için ithal ürünleri vergilendirip iç talebi artırmak gibi refleksler görülebilir.
Öbür yandan, o kadar enternasyonal bir sorunla karşı karşıyayız ki, hepimiz iyileşmeden hiçbirimiz tam iyileşemeyeceği için ister istemez, idealist olmasa da pragmatik sebeplerden ötürü bir küreselleşme boyutu da mutlaka olacaktır. Yani pandemiden çıkış da ancak küresel bir işbirligi ile mümkün olacaktır. Seyahatler için, ticaret için ortak standartlar oluşacaktır, aşı ve diğer sağlık girişimlerinde ortak çalışmalar artacaktır. Nitekim aşı milliyetçiliğinin hem sağlık, hem siyasi hem de ekonomik maliyetleri uzmanlar tarafından dile getiriliyor.
POPÜLİZM NE DURUMDA?
Pandemi popülist iktidarları mı, muhalefetleri mi güçlendiriyor?
Bu sorunun cevabı, söz konusu popülist iktidarların temel destekçi gruplarının bu süreçten nasıl etkilendiğine, iktidarın ve muhalefetin nasıl bir sınav verdiğine göre değişse de genel olarak pandeminin popülist iktidarları zorladığı kesin. Çünkü popülist iktidarları ayakta tutan temel bir pazarlık vardır. Anahtar seçmen gruplarına yaptıkları ekonomik transferler karşılığı onlardan siyasal destek ve gerileyen hak ve hürriyetler karşısında tolerans beklerler.
Popülist iktidar geri dağıtım yapabildiği sürece, seçmenine ekonomik fayda sunabildiği sürece bu otoriter pazarlık devam eder. Ekonomik transferler durursa siyasi destek azalır, hak ve hürriyet talepleri artar.
Pandemide popülist iktidarların içinden geri dağıtım yapabildiği havuz küçüldü. Üstelik geri dağıtım ihtiyacı arttı. Bu popülist iktidarın seçmeniyle arasındaki pazarlığı bozabilir.
Elbette popülist iktidarların ekonomik fayda dışında vaatleri de var. Dünyanın her yerinde popülist liderler toplumdaki eşitsizliklerden, anti-elitist duygulardan beslendiler, elitlere karşı çoğunluğun çıkarlarını savunacaklarını vaat ettiler. Gücün tek merkezde toplanmasının, ezilmiş çoğunluğun muktedir olması için elzem olduğuna seçmeni de ikna ettiler. Yani çoğunlukçu bir temsil vaatleri de var. Ama benim bu konudaki çalışmalarımda tespit ettiğim şu ki, ekonomik transferlerle desteklenmeyen bir anti-elitist söylemin çekim gücü çok düşüyor.
Ancak şu da olabilir, pandemide iktidardan alabildiği destek azalsa da, desteğe olan ihtiyacı arttığı için, seçmen geri dağıtımı ajandasında bulundurmayan bir muhalefete de kaymayacaktır. Yani muhalefetlerin, en az iktidardaki popülistler kadar yoksulluk ve geri dağıtım konusunu önemsemesi ve fakat bu işi onlardan daha iyi, daha hakkaniyetli ve sürdürülebilir şekilde yapabileceklerine, krizi daha iyi yöneteceklerine dair seçmeni ikna etmeleri, popülist partilere giden oyları kendilerine yönlendirmeleri için şart.
LİBERAL DEVLET NEREYE?
Pandemi, merkezî hükümetlerin sosyal harcamalarını arttırdı. Bu, liberal devletten, piyasa ekonomisinden uzaklaşma, müdahaleci devlete yönelme anlamına mı geliyor?
Kısmen evet ama ihtiyaç sahiplerini vergi toplama ve geri dağıtma yoluyla, yani sosyal devlet fonksiyonuyla bir nebze kollamak 19.yüzyıldan beri liberalizm içinde kabul görüyor. Bu ekonomik transferler aynı gelir grubundaki tüm vatandaşlara eşit dağıtıldığı, siyasi sadakat farkı gözetilmediği, üretim kararlarına müdahale edilmediği sürece, modern liberalizm için mübah olduklarını söyleyebiliriz. Ne zamanki kamulaştırmalar başlar veya milli kaynaklar siyasal destek karşılığı dağıtılmaya başlanır o zaman liberal devletten net olarak uzaklaşmış oluruz. O yüzden harcamanın miktarı değil finanse ediliş ve dağılış biçimi önemli. Bu anlamda dünyada pandemi sürecindeki hükümet harcamalarına baktığımızda hem liberal hem illiberal ekonomik yaklaşımlar görebiliyoruz.
FAİZLERİ DÜŞÜRMEK?
İktidarların krediye erişimini artırması pandemi sürecinin ekonomilerde yarattığı kan kaybıyla mücadele etmek için doğru bir yöntem mi?
Faizlerin düşürülmesi suretiyle krediye erişimin kolaylaştırılması kısa vadede kredi alanlara rahatlama sağlasa ve popülist iktidarlar tarafından tercih edilebilen bir yol olsa da çok doğru bir yöntem değil, çünkü uzun vadede toplumun geneline yüklenecek olan enflasyon gibi ağır bir maliyeti var. Daha doğru olan pandemiden etkilenen sektörlere maliye politikası kanalı ile doğrudan kaynak transferi yapılması. Fakat bu transferlerin siyasi sadakata dayalı değil benzer koşullardaki her vatandaşın eşit erişebileceği biçimde ve şeffaf biçimde yapılması önemli. Aynı şekilde bu kaynakları oluşturacak vergi gelirlerinin şeffaf ve adil toplanması kritik önem arz ediyor. Fakat, bunu yapamayan, maaşlı çalışanlar dışındaki kesimlerden vergi borçlarını tahsil edemeyen hükümetler kısa vadeli yöntemlere yönelebiliyorlar.
İKTİDAR VE BELEDİYELER
Türkiye’de de merkezi iktidar ile muhalif yerel yönetimler arasında çekişme var. Pandemi süreci merkezi ve yerel yönetimleri nasıl etkiliyor?
Türkiye’de yerel yönetimlerin merkezi iktidar açısından büyük önemi vardı. 2002’den beri iktidarın öne çıkardığı temel bir özelliği icraat hükümeti olmak idi. Yani, yollar yapmak, sağlık hizmeti sunmak, gıda ve başka ihtiyaç dağıtımı yapmak gibi. Kimin nerede neye ihtiyacı olduğu yerel yönetimlerce daha iyi biliniyor, yerinde müdahale edebiliyor, iktidar için çok muhim olan geri dağıtım mekanizması bu şekilde daha efektif götürülüyordu. Ayrıca, benim de yakın tarihli bir çalışmamda gösterdiğim gibi, kentleşme politikaları ve kent rantları bu geri dağıtım mekanizmasının finansmanına kritik bir katkıda bulunuyordu.
2019 seçimleri sonrası İstanbul ve Ankara belediyelerinin de muhalefete geçmesiyle bugün İzmir’le birlikte üç büyük kentin muhalif belediyeler tarafından yönetiliyor olması iktidar açısından büyük bir sıkıntı teşkil ediyor ve söz konusu belediyelerle ilişkilerinde gerilim yaratıyor.
Pandemi sürecinde de bu rekabet oldukça belirgin. Pandemi ortaya çıkar çıkmaz onunla birlikte acil bazı ihtiyaçlar devreye girdi. Maske, sanitasyon, kamusal alanın sosyal mesafeye uygun düzenlenmesi uzaktan eğitim ve uzaktan çalışma koşullarının desteklenmesi, çalışamayan ve geliri kesilenlere veya hizmete erişimi kaybolanlara destek olma gibi. Bu ihtiyaçları kimin daha etkin biçimde karşılayacağı ise merkezi iktidar ve muhalif belediyeler açısından bir “yönetebilirlik testi” haline geldi ve dolayısıyla rekabeti körükledi.
Olması gereken, merkez ve yerel idarelerin birlikte hareket etmesiyken söz konusu rekabetten ötürü bunun tam gerçekleşemediğini gördük. Tipik bir örnek olarak yardım kampanyalarını gösterebiliriz. Muhalif belediyelerin başlattığı yardım kampanyalarını merkezi yönetimin durdurması hatta soruşturma başlatması, böyle bir kampanyayı ancak hükümetin gerçekleştirebileceğini tebliğ etmesi tipik bir örnek olarak verilebilir.
TÜRKİYE’DE YARDIM YÜZDE 3
Türkiye nasıl bir ekonomik ve siyasi konjonktürde pandemiyle karşılaştı, bunun etkileri nasıl oluyor?
Türkiye pandemiyle muhalefet ve iktidar arasında yıllardır benzeri görülmeyen bir rekabet ve bir ekonomik kriz ortamında karşılaştı. İktidar partisi başa geldiğinden beri hem merkezi hem yerel seçimlerde çok baskındı ve muhalefetin seçim yoluyla iktidarı değiştirme ümidi çok zayıflamıştı. Böyle bir ortamda muhalefet 2019 yerel seçimlerinde içinde İstanbul ve Ankara gibi ülkenin en kritik şehirlerinin olduğu 10 şehri iktidar partisinden aldı. Hele İstanbul’un alınışı iktidar açısından çok büyük bir hezimetti.
Bu yüzden bu seçim sonrası pek çok kişi Türkiye siyaseti açısından yeni bir dönem mi başlıyor, tekrar çok partili döneme mi geçiliyor şeklinde bir heyecan içine girdi ve Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş gibi belediye başkanları mercek altına alındı. Başarılarını devam ettirebilirlerse, yönetebilirliklerini ispat ederlerse başkanlık seçimlerinde de önemli roller oynayabilirlerdi. Bu arada pandemi patladı ve belediye başkanı olarak performansları zaten yakından incelenen bu isimler ilaveten pandemiyle baş etmek konusunda test vermek, hatta merkezi iktidarla karşılaştırılmak durumunda buldular kendilerini ve bu günlerde olduça zor bir sınavdan geçtikleri söylenebilir. Bu siyasi bağlama ek olarak pandemi Türkiye’yi bir de ağır bir ekonomik krizin içinde yakaladı. 2016’dan beri toparlanamayan ve 2019 seçim sonuçlarında da önemli bir etken olan ekonomik kriz, pandeminin etkilerini de ağırlaştırdı. Bugün gelişmekte olan ülkeler arasında pandemiyle mücadeleye en az kaynak ayırabilen ülkelerden biriyiz. IMF verilerine göre Türkiye kendi dahil olduğu gelişmekte olan ülkeler grubunda Meksika’dan sonra en düşük mali yardımı veren ülke olarak görülüyor; milli gelirin yüzde 3’ünden az. Bu iki faktörü birleştirince seçmenin ağır bir sıkıntı altında olduğunu ve gözlerin son yıllarda hiç olmadığı kadar muhalefete çevrilmiş durumda olduğunu söyleyebiliriz. Muhalefetin bu ihtiyaçlara ve sıkıntılara nasıl yaklaşacağı başkanlık seçimlerinin kaderini belirleyecek diyebiliriz.
SEÇMEN EĞİLİMLERİ
Pandemi Türkiye’deki seçmen eğilimlerini nasıl etkileyecek gibi gözüküyor?
Pandemi iktidar ve seçmen arasındaki pazarlığı bozabilir. Artık yeterince ekonomik fayda görmeyen seçmenin, gerileyen hak ve hürriyetlere toleransı düşebilir. Muhalefet ise seçmeni iktidarın artık vermiyor olduklarını (ekonomik fayda) verebileceğine ve hala veriyor olduklarını (ideolojik temsil) geri almayacağına ikna ederse pandemi Türkiye’yi yıllar sonra iktidar değişikliğine götürebilir. Bu ise basit bir iktidar değişikliği değil siyasi dönüşüm olur çünkü tekrar çok partili siyasete ve seçim yoluyla iktidarın değişebildiği bir sisteme dönüldüğü anlamına gelir. Siyaset teorileri bir parti üç seçim sonrası hala iktidardaysa artık o ülkede iktidarın seçim yoluyla değişme ihtimalinin istatiksel olarak çok düştüğünü, bundan sonra böyle bir değişimin ancak bir dış şokla olabileceğini öngörür. Bu anlamda pandeminin seçmen tercihleri üstünde böyle bir dış şok etkisi oluşturabileceğini düşünebiliriz.