Sırp faşizmine karşı Boşnakların insani varlığını savunmak için hem askeri savaşa komutanlık yaptı, hem kültürel mücadelenin kutup yıldızı oldu.
Modern dünyada İslam’ı nasıl anlamak gerektiği konusunda sadece Boşnaklara değil, hepimize bir kutup yıldızı gibi yol gösterdi. ‘Bilge’ sıfatını tam bir liyakatle hak etti.
Bu yönünü evrensel çapta önemli ve değerli buluyorum. Hele de bir yanda İslam adına militanlık ve Selefi bağnazlığın, öbür yanda İslam adına siyasi güç kavgalarının
beyinleri ve kalpleri daralttığı zamanımızda böyle bir ışığa ihtiyacımız çok büyüktür.
BİLİM VE FELSEFENİN DEĞERİ
Aliya’yı okudukça böyle bir beynin niye Boşnaklardan çıktığını daha iyi anlıyorum. Cevdet Paşa, müfettiş olarak gittiği Saray Bosna’yı anlatırken Boşnakların açık görüşlü insanlar olduğunu takdirle, övgüyle yazmıştı; Tezakir’de.
Aliya’yı okudukça, iyi ki diyorum; komünist bir rejimde dünyaya gelmiş; totalitarizmi tanımış, ideoloji körlüğünü görmüş. Marksizmi ve totalitarizmi eleştirmek için Batılı düşünürleri enine boyuna okumuş.
Kitaplarında atıf yaptığı düşünür ve bilim insanlarının listesini çıkarsam buraya sığmaz. Zindanlar onun için tam bir “Medrese-i Yusufiye” olmuş. Eflatun ve Aristo gibi antiklerden tutun da Marks’a, Engels’e, oradan Heidegger, Jaspers, Popper’a kadar filozoflar… Einstein, Louis de Broglie, Max Planck gibi bilim insanları…
Şimdi soralım: Bu bu büyük beyinlerin getirdiği tanımları, ortaya koyduğu sorunları ve önerileri zihninde tutarak İslam’a bakmakla…
Bunlardan habersiz, sadece taassup veya siyasi öfkeyle bakmak hiç bir olur mu?
Kuran-ı Kerim ne diyor? “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
‘ELEŞTİREL DÜŞÜNMEK’
Saray Bosna’ya gidip şehitliği, türbeyi ve Aliya Müzesini ziyaret ettiniz mi? Etmedinizse, emin olun zihin ve kalp dünyanızda eksik kalkmış bir yer var demektir. Ben müzeyi gezerken not almıştım. Gençliğini, zihnî teşekkül serüvenini anlatırken şöyle yazmıştı Aliya:
“Zihnim sürekli şüphe ve merak ediyordu. Fakat kalbim daima din tarafında yer aldı.”
Aliya’yı kutup yıldızı yapan işte bu iç çatışmasıdır. Şüphe ve merak onu bütün büyük felsefi sistemleri ve ilmi teorileri öğrenmeye sevk etmişti. O muazzam beyin sonunda şuna varmıştı:
“Tanrısız bir evren hiç aklıma yatmadı.”
Şu cümlesindeki derin idraki ve huşu duygusunu siz de hissediyor musunuz?
“Bugünkü fizik ve kimya bilgilerimizle hayatı tamamen izah etmek her halde mümkün değildir… Hayat fenomen değil, mucizedir…”
Bilimlerin, felsefelerin yollarını kat ederek bu idrake ulaşmak için Aliya’nın hepimize yönelttiği bir ihtar vardır: 1980’de yazdığı Doğu-Batı Arasında İslam adlı muhteşem eserinde, Müslümanların taassup ve istibdattan kurtulmak için içmeleri şart olan acı ilaç:
“Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafının kaynağı budur.”
KENDİMİZE BAKALIM
Gün 11 Aralık 1997; Tahran’da İslam konferansı; devrim rüzgarlarının estiği, BaAs rejimlerin hüküm sürdüğü, Suud’ların “Rabıta” propagandası yaptığı dönem… Söz alanlar çürümüş emperyalist Batının çökeceğini falan söylüyor. Aliye kürsüdedir:
“Şüphesiz İslam en iyisi, fakat biz Müslümanlar en iyi değiliz!
Aliya Komünist rejim dönemindeki “çürümüş Batı” propagandasını hatırlatıyor. Komünizmin çöktüğünü, Batı’nın çökmediğini, Müslümanların kendi sorunları çözmesi gerektiğini anlatıyor. İnsan hakları, eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, temizlik alanında Batı’nın çok iyi olduğuna dikkat çekiyor.
Çözümün yolu bilim, hukuk, özgürlük…
AYM Başkanı Zühtü Arslan, bir anma toplantısında yaptığı konuşmada, Aliya’nın “Doğu ile Batı Arasında İslam” kitabından şu cümleyi vurgulayarak okumuştu:
“Düşünce ve inanç hürriyeti, her şeyden evvel başka türlü düşünmek ve inanmak hakkıdır.”
Var mıyız buna?!
Bir, kahraman bilge merhum ve mağfur Aliya İzzetbegoveç’e bakalım… Bir de kendi halimize bakalım… Yerimizi ve seviyemizi görürüz.
Hele Orta Doğu’ya hiç bakmayalım, büsbütün efkâr basar.