Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bakanlarla yaptığı uzun toplantısından sonra ben kritik illerde sokağa çıkma yasağının açıklanmasını bekliyordum.
Hükümetin böyle bir eğilimi yok, inşallah gecikmiş olmaz diyelim.
Cumhurbaşkanı, “Milli Dayanışma” çağrısı yaptı. ‘Biz Bize Yeteriz Türkiyem’ kampanyası açtı.
Dikkat ettiyseniz, “bakanlar kurulu” ve “kabine” kavramlarını ben kullanmıyorum. Çünkü Cumhurbaşkanlığı sisteminde bakanlar kurulu ya da kabine yoktur.
Bu sistemde sadece ‘bakanlar’ vardır, Amerika’da ‘sekreter’ denilir…
Bu sistemde kararları tek başına Cumhurbaşkanı alır. ‘Kabine kararı’ diye bir şey yoktur.
SOMUT TEDBİRLER
Milli felaket zamanlarında milli dayanışma duygularının güçlendirilmesi, yardım kampanyalarının açılması doğrudur.
Dünya tarihinde ve bizim tarihimizde çok örnekleri var.
Milli Mücadele’de “Tekalif-i Milliye” kararları fevkalade kesin ve fevkalade başarılı bir milli dayanışma örneğiydi. Başarısında Ankara hükümetine duyulan güvenin de payı önemliydi.
Virüs felaketiyle mücadele etmek de kesinlikle partiler üstü bir sorundur.
CHP’li belediyelerin aynı amaçla oluşturduğu bağış hesaplarının İçişleri Bakanlığı’nca bloke edilmesi ayıptır. Bu felakete karşı herkes güvendiği kanaldan yardım edebilmelidir.
Cumhurbaşkanı, sağlık sistemimizin güçlü olduğunu anlatırken “bin yataklı Göztepe şehir hastanemizin inşasında da sona yaklaştığımızı, inşallah onu da Eylül ayında hizmete vereceğimizi” de söyledi.
Sağlık kapasitemize güven yaratmak için böyle bilgiler yararlıdır fakat somut gerçek, ülkemizde virüsün İtalya’dan hızlı yayılmasıdır.
Sağlık kapasitemiz ne olursa olsun, virüsün hızı kesilmezse, kapasite yetersiz kalabilir.
Milli dayanışma mutlaka ama bilimsel zihniyetle somut tedbirler alınması fevkalade önemlidir.
TÜRKİYE 10. SIRADA!
Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap bu gerçeği bir hafta önce dile getirmişti:
“Artış kaçınılmaz zaten, vaka sayısı artacak. Ama birdenbire artarsa, 10 gün içinde gelecek hasta sayısı eğer size 12 saat içinde gelirse bunun altından hiçbir sağlık örgütü kalkamaz.” (23 Mart)
Bütün mesele bu; yayılma hızını kesebilmek!
John Hopkins Üniversitesine bağlı CSSE adlı kuruluşa göre, vaka sayılarında Türkiye 28 Mart’a kadar Güney Kore, Avusturya, Belçika ve Hollanda’nın ardından 14. sıradaydı. Dün Türkiye bu dört ülkeyi geride bırakıp 10. sıraya çıktı!
CSSE’nin verilerini Karar gazetesinde de izleyebilirsiniz.
Bu ülkelerde virüs Ocak ve Şubat aylarında ortaya çıkmıştı, yayılmanın ileri aşamasındadırlar; biz kısa zamanda onları sollamış bulunuyoruz!
Bunun sorumlusu karantina uygulamalarında başlangıçtaki gevşeklik, sosyal izolasyondaki disiplinsizlik değilse nedir?
İzolasyon disiplinini devletin kesin şekilde sağlaması gerekmiyor mu? Yani büyük şehirlerde sokağa çıkma yasağı…
Bu hızı frenleyemezsek, sağlık kapasitemiz ne yapabilir?
MAĞDUR KESİMLER
Yargıdaki yaygın adaletsizliğin ve son iki yıldaki ekonomik krizin mağdur ettiği çok geniş kitleler vardı. Virüs maalesef bunun üzerine bindi, mağdurlar kitlesi çok arttı.
İnfaz indiriminde en azından “terör örgütü üyesi olmadan örgüt propagandası” mutlaka kapsama alınmalıdır.
Bu suçun yerel mahkemelerde nasıl adaletsiz, ölçüsüz, önyargılı uygulandığına dair çok sayıda Yargıtay, AYM ve AİHM kararları vardır.
İktisadi bakımdan evinde iş yapabilen beyaz yakalılardan ziyade emekleriyle çalışan mavi yakalılar ve esnaf tam anlamıyla perişandır.
Başarısıyla tanınan Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz, telefon görüşmemizde, seçim uğruna kamu kaynaklarının nasıl harcandığını anlattı. “İşsizlik Sigortası Fonu’nda para yok, kâğıt var” dedi… Önerisi çok özetle şöyle:
“Devlet nokta atışı yaparak, ismen tespit ederek bu kesimlerin maaşlarını, zorunlu giderlerini karşılamalıdır. Böylece, toplam talep de bir ölçüde canlandırılarak bütün sektörler desteklenmiş olur.”
Bunlar nasıl tespit edilir?..
SGK’da ve Maliye’de kayıtları var.
Devlet parayı nereden bulacak?
Bu amaçla ve disiplinli şekilde para basarak!
Virüs insani ve milli bir felakettir. İktisadi ve sosyal probleme de tamamen iktisadi rasyonalizm ve sosyal sorumluluk ilkeleriyle bakılmalı, siyasi çıkar hesabı asla yapılmamalıdır. Ahmet Taşgetiren’in yazdığı gibi bu amaçla da bir “bilim kurulu” oluşturmaya ne dersiniz?
Bu “bilim” meselesini gelecek yazımda ele alacağım.