Nihayet hiç olmayan oldu, Meclis’te bir maganda yumruğu kan akıttı. Kan lekelerini hemen sildiler, temizlediler tabii. Fakat yarattığı utanç ve yansıttığı kutuplaşma vahameti öyle hemen silinmiyor. Aslında silinmesini, kutuplaşmanın aşılmasını isteyenler maalesef çok değil. Çünkü kutuplaştırma siyasetçinin oy kaynağı…
Ama dünyanın gözünden kaçmıyor. İşte Bloomberg’in araştırması…
Bloomberg analistleri “ülkelerin yönetim biçimlerini” yani demokrasi mi, yarı demokrasi mi yoksa otokrasi mi olduğunu ve bunun “kurumsal ve toplumsal farklılıklarla etkileşimini” incelemişler. “Siyasi ortamın giderek daha kutuplaşmış hale gelmesi, kurumlar arası uyumsuzluklar ve toplumsal gruplar arasındaki derinleşen ayrışmalar” açısından Türkiye’nin riskli ülkelerin başında geldiği sonucuna varmışlar. Ekonomi açısından söyledikleri şöyle:
“Türkiye’deki siyasi çalkantı riskini artıran unsurların başında, ülkenin maruz kaldığı yüksek borçlanma maliyetleri ve düşük yatırımlar geliyor. Bu ekonomik sorunlar, genel büyüme hızını yavaşlatarak, istikrarsızlık riskini daha da artırıyor.”
Yalan mı bunlar? Dış güçler bu tür açıklamalarla “Türkiye’ye diz çöktürmek istiyor” mu?
HAMASET VE RASYONEL DÜŞÜNCE
Dış güçler diye düşünürsek hamasetten başka yapacak bir şey yok. Hamaset oy getirir ama sorun çözmez… İşte yüz yıldır “gelişmiş ülke” olamadık.
Bloomberg’in bu satırlarına “tahlil” ve “uyarı” diye bakarsak çözüm araştırırız. En başta da siyasi tansiyonu düşürmek, normalleşmek, kurumları güçlendirmek gibi tedbirler gelir.
Hamasetle rasyonel düşünme farkı…
Cumhurbaşkanı bir ara bunu düşündü, yumuşamadan, normalleşmeden bahsetti, teşebbüs de etti. Bahçeli’nin fevkalade sert tepkisi üzerine vaz geçti. Bildik siyasi söylemine döndü. 23. Yıldönümü konuşması bunun bir örneği.
Kaldı ki, mesele sadece “üslup” değil. İcraatta somut adımlar atmak daha önemlidir. Mesela kamu sınavlarında mülakata son vermek, zorunlu hallerde ise mülakatları kamu denetimine açık ve denetlenebilir hale getirmek… Erdoğan’ın “hepimiz aynı gemideyiz” sözü, ancak böyle somut adımlarda anlam kazanabilir. Zira mülakatlarda “bizim gemi” kimseyi almıyor.
Siyasi hamaset, muhalefetin ezan ve bayrak düşmanı gibi gösterilmesi şeklindeki sözler ve bunun yarattığı tepkiler… Kamu görevlerinde ise partizanlığın kurumlarda kaliteyi düşürmesi gibi uygulamalar… Bunlar dayanıklı bir oy tabanı yaratıyor ama ekonominin istikrarlı ve kaliteli büyümesini engelliyor. İtibarını da sarsıyor. Son on yılın özeti bu olduğu gibi Bloomberg’in dediği de bu.
KURUMLAR SORUNU
Bloomberg’in kurumlardan bahsetmesi önemli. Benim yıllardan beri bıkmadan, usanmadan dikkat çektiğim derin ve ağır sorun. Yıllar önce şöyle yazmıştım:
“İktidarlar da muhalefetler de gelip geçer. ‘Devlette devamlılığı’ sağlayan kurumlardır, kurallardır, devlette yetki ve görevlerin belirli olmasıdır, kısacası hukuktur.” (Hürriyet, 30 Aralık 2013)
Merkez Bankası’nın bağımsızlığını savunuyor, Başbakan Erdoğan’ın Merkez Bankası’na “faiz sebeptir” baskısı yapmasını eleştiriyordum.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığın önemini anlamak için on yılı harcamamız ve enflasyon okyanusuna düşmemiz mi gerekirdi?
GELİŞMİŞ ÜLKE OLMAK
Moody’s adlı derecelendirme kuruluşu, 7 Mart 2018’de Türkiye'nin kredi notunu "Ba1"den "Ba2"ye düşürmüştü. Gerekçesi “yerel mahkeme Anayasa Mahkemesi kararını uygulamamış”tı. Bu durum “öngörülebilirliği azaltıyor” ve “kurumsal zayıflama”yı gösteriyordu.
İster Bloomberg’in tahlili, ister derecelendirme kuruluşlarının, IMF ve Dünya Bankası’nın, banka ve şirket uzmanlarının değerlendirmeleri, ister Venedik Komisyon’un hukuki raporları, ister AİHM kararları bize nasıl bir çağda yaşadığımızı anlatıyor.
“Bize Hans ve Con’un değil, Ahmet ve Mehmet’in notu önemlidir” demek, sorun çözmüyor. İşte, on yıl döndük dolaştık, milli gelir kaybına uğradık, enflasyona düştük, sonunda “mandacı iktisatçılar”ın dediğine geldik…
Artık görmeliyiz ki, siyasi kutuplaşma toplumsal aklı ve enerjiyi israf ediyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kan lekesi düşürebiliyor. Duygusal ajitasyonlarla siyaset yapmak bir süre oy getirse bile, bu çağda gelişmiş ülke seviyesine çıkmanın bir tek yolu var: Barışık toplum, hukukun üstünlüğü, uzmanlık kalitesiyle donatılmış güçlü kurumlar, özerk üniversiteler, fikir ve ifade hürriyeti…