AK Parti milletvekili Mustafa Yeneroğlu uzunca bir süredir toplumdaki mağduriyetleri, hukuka aykırı yargı kararlarını, KHK ihraçlarındaki haksızlıkları, uzun tutukluluk sürelerini, ‘linç’ yayınlarını eleştiriyor, insan haklarını ve hürriyetçi demokrasiyi savunuyordu.
Partisinden istifaya davet edildi; istifa etti.
AK Parti’nin öncü üç isminden biri olan Bülent Arınç da uzun süre partisinin otoriterliğe yönelmesini eleştirmiş, belli medya kendisine kapatılmıştı. Şimdi Cumhurbaşkanlığı YİK üyesi olması siyasi bir tercihtir ama mağduriyetleri dile getirerek vicdan çizgisini aynen sürdürüyor. Bu yüzden de kendi cenahından haksız ithamlara maruz kalıyor.
Halbuki mağduriyetleri görmek için AYM ve Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin kararlarına bakmak bile kafidir.
Mahalli seçimler de ciddi mesajlar verdiği halde, oturup bunları müzakere ederek çözümler geliştirmek yerine konuşanları partiden atarak veya suçlayarak sorunları çözmek mümkün mü?
İSLAMİ VE HUKUKİ
Mustafa Yeneroğlu Milli Görüş kökenli; Avrupa’da büyümüş, dünyayı tanıyor, aynı zamanda hukukçu… Açıklamalarında “adalet, kul hakkı, dua ve gözyaşı” gibi İslami kavramları kullanıyor, İmam-ı Âzam’ın hukuki görüşlerine atıflar yapıyor, aynı zamanda “fikir ve ifade hürriyeti, insan hakları, AİHM içtihatları” gibi modern demokrasinin kavramlarıyla konuşuyor.
AYM’nin ve AİHM’nin kararlarına uymayan bir mahkeme “tutukluğun devamına” karar verdiğinde iktidardan bu vahim karara destek açıklamaları yapılırken, Yeneroğlu “Anayasa Mahkemesi hukuk devletinin baş tacıdır” diyordu.
Parti, Yeneroğlu’nun açıklamalarını ‘siyaseten’ yanlış bulabilir?
Fakat ya doğru ise?!.
Müzakere etmek gerekmez mi?
Kısa vadeli siyasi güç refleksleri ile bu tür sesleri kısmak yerine, sorunları açıkça müzakere ederek, hukuku yükselterek, siyasi tansiyonu düşürerek toplumsal barışı güçlendirmek ve Türkiye’nin itibarını yükseltmek daha doğru olmaz mı?
Ama bunun yolu parti gruplarında serbestçe müzakere etmek ve “ortak akıl” geliştirmektir.
YÜZ YILLIK TECRÜBE
Aşağıdaki karikatürü, 13 Kasım 1924 tarihli muhalif Tevhid-i Efkâr gazetesinden aldım. Üstünde “Partide disiplin: Zapt u rapt” yazıyor, Halk Fırkası’ndaki sımsıkı disiplini eleştiriyordu:
Şimdi, tarihe “bizden, sizden” şeklindeki at gözlüğüyle bakarsak, bu karikatürden çıkaracağımız hiçbir ders yoktur: Karikatürdeki tabloyu “devrim için gerekliydi” diye savunuruz; halbuki Atatürk’ün kendisi 1930’da bunun önemli sorunlar yarattığını söyleyecekti…
Bugünkü baskıları eleştirenlere iktidarın “siz kendi geçmişinize bakın” diye cevap vermesi de
sorunu çözmüyor, toplumu rahatlatmıyor, aksine gerilimi artırıyor.
TARİHİN DERSLERİ
Tarihe böyle “sizden-bizden” diye değil, bağımsız birey ve hür düşüncenin bizdeki gelişme aşamaları nasıldı, diye bakalım: Bugün Türkiye ve dünya 1920’lerde, 30’larda değil, 21. Yüzyıldadır!
Serbest tartışmanın şirketlerde bile kesin ihtiyaç olduğu bir çağdayız.
Yüzyıl hiç geçmemiş gibi devam edebilir miyiz?
Daha önemlisi “devrim” ve “dava” kavramları ile nasıl bir “zapt u rapt” yaratılabilir, artık görmemiz gerekmiyor mu?
İsmet Paşa’nın Faik Ahmet Barutçu’ya ve Abdi İpekçi’ye anlattıklarını okuyanlar “devrim” siyasetlerinin de eleştiriye, müzakereye muhtaç olduğunu görürler.
Muhafazakârlar da “dava” siyasetlerinin eleştiriye ve müzakereye muhtaç olduğunu görmeli.
İşte, sesleri kısmakla mağduriyetler ortadan kalkmıyor, aksine birikiyor. Türkiye Cumhuriyeti devletine aidiyet duygusunu hukukla, adaletle, hürriyetlerle geliştirmek gerekirken, mağduriyetlerle zayıflatıyoruz.
Halbuki kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti lüks değil, milletler için oksijen gibi bir ihtiyaçtır bu çağda…
NOT: Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan tahliye, Mehmet Altan beraat! Yaşasın hukukun üstünlüğü. Yarın yazacağım