Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan’la ilgili çeşitli ve çelişkili açıklamaları var. Resmi bir metin mi, bir miting konuşması mı olmasına göre içeriği değişen açıklamalar…
Bazı konuşmaları var, şöyle diyor:
“Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’la verdik…” 29 Eylül 2016)
Hatta Erdoğan bu iddiasından emindi:
“Adaları siz verdiniz, siz. Sizin partinizin başında olanlar verdi ve şimdi tarihi dosyaları hazırlatıyorum ve o tarihi dosyaları, Lozan da dahil olmak üzere bunların önüne de milletime de bunları o belgelerle anlatacağız.” (27 Ocak 2018)
Dört yıla yaklaştı hâlâ “dosyalar” ortaya konulmadı, çünkü yok böyle bir şey.
Cumhurbaşkanı, Lozan’ın bir yıldönümünde şöyle mesaj da yayınlamıştır:
“Dünyanın en güçlü ordularına karşı verdiğimiz Milli Mücadele, ülkemizin bağımsızlık belgesi olan Lozan Antlaşması’yla taçlanmıştır…” (24 Temmuz 2019)
DENİZ SINIRLARI?
Erdoğan’ın birçok konu gibi Lozan konusunda da açıklamaları ‘siyaset’e göre şekilleniyor. Fakat bu sene Lozan’ın yıldönümünde yayınladığı mesajı, diplomatik bakımdan son derece önemli buldum. Mesajın bu bölümü şöyle:
“Lozan Barış Antlaşmasıyla kara sınırlarımız çizilmiş, kapitülasyonlar kaldırılmış, Yunanistan’da kalan Türk azınlığının hakları güvenceye alınmış, kıyılarımıza yakın Yunan adalarının gayri askeri statüsü teyit edilmiştir.”
Doğru… Bu gerçekleri Erdoğan’dan duymak memnuniyet verici… Fakat neden “sınırlarımız” gibi genel bir kavram yerine, “kara sınırlarımız” diye vurgulanmış?
Deniz sınırları yani adaların statüleri Lozan’dan önce Osmanlılar zamanında belirlendiği, Lozan’da sadece teyit edildiği için mi?
Yoksa, deniz sınırlarımız hâlâ sabitleşmiş sayılmıyor mu?
Mesajdaki bu ifadenin bir sürç-i lisan olduğunu düşünüyorum. Adaların silahsızlandırılması konusunda Erdoğan’ın Lozan’a atıf yapılması elbette olumlu… Yine de Ege’deki “deniz sınırları” konusunda tereddüt yaratacak, hatta istismara açık bu sürç-i lisan yapılmamalıydı. Yunan propagandasının Türkiye’yi Ege sorunlarında saldırgan gösterme çabası dikkate alınmalıydı.
YUNANİSTAN NE YAPIYOR?
Bugün dış politikada en önemli sorunlardan biri, Yunan diplomasisinin ittifaklar ve ilişkiler ağını Türkiye aleyhine genişletmekte olmasıdır. Ankara Araplarla kavga etti, Atina Araplarla enerji anlaşmaları imzaladı, hatta ortak askeri tatbikatlar bile yapıyorlar…
Ankara Avrupa’da ve Amerika’da eski dostlarını kaybetti; zaten etkin olan Yunan lobisi bundan istifade ediyor.
Biz hiçbir işe yaramayan S-400’ler yüzünden F-35’leri kaybettik… Yunan Başbakanı Miçotakis, Mayıs ayındaki ABD ziyaretinde açıkça dile getirdiği gibi, hem bu F-35’leri alma, hem Türkiye’nin F-16’lar almasını engelleme peşinde. Miçotakis’ Türkiye’ye husumet ifade ederken “güçlü müttefiklerimiz var” diye konuşuyor! (31 Mayıs 2022)
Türkiye’nin müttefikleri?..
Türkiye’nin son on yılda hayli gevşemiş ittifak ilişkilerini ve hayli bozulmuş diplomatik münasebetlerini önceki yıllarda olan seviyeye çıkarması şarttır. Fakat bu sadece diplomasiyle olmaz, ülkenin iç düzeninde kurallar ve kurumların güvenilirliğini yükseltmek ve konuşmalarda hamasetten sakınmak da şarttır.
TARİHİN UYARISI
Lozan’ı tarihçiler elbette tartışabilir. Fakat devlet adamlarının Lozan’ı çekiştirmesi ‘akademik’ olmaz, ‘siyasi’ olur! Öteden beri ciddi gerginliklere yol açan Ege sorunlarında Türkiye için en sağlam hukuki ve ahdî zemin, Lozan Antlaşmasıdır. Nasıl ki Lozan’a göre Ege adalarının özelliği vardır ve bu yüzden silahlandırılamaz; aynı özellikten dolayı kara suları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sorunlarında da genel hükümler değil, Lozan’ın hükümleri esas olmadır. Bu tezi güçlendirmek için
Ankara Lozan’ı değil hırpalamak, aksine dört elle sarılmalıdır.
Hamasetin ‘düşman arttırmaktan başka bir şeye yaramadığı görülmüş olmalı. İsmet Paşa’nın, Meclis’teki Lozan müzakereleri sırasında söylediği şu sözler dış politikayla ilgili herkese tarihin uyarısıdır:
“Daha başta, akıtılacak kan ve istihsal edilecek netice mutlaka mukayese olunmak lazımdır… Harekât-ı Milliye’nin hiçbir safhasında hesapsız bir karar ve hesapsız bir cüret yoktur…” (Zabıt Ceridesi, 23 Ağustos 1923, sf. 70)