Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Babacan ve Davutoğlu için “ihanet” nitelemesi yapması, günlük siyasi kavgaların ötesinde, son derece önemli bir sorunumuzu yansıtıyor: Sadakat ve itaat odaklı siyasi kültürde denetim ve denge mümkün olmuyor. Eleştirilerle, müzakerelerle önlenebilecek hatalar düzeltilemiyor, krizle sonuçlanıyor…
Kamu görevlerinde “sadakat” esas alınırsa, liyakat düşüyor. Kamu kurumlarının hem verimliliği hem güvenliği azalıyor.
Bakan Nebati, “Merkez Bankası’nı ve politika faizini önemsizleştirdik’’ demişti. (24 Ocak 2022) Evet aynen böyle; hem kurumlar önemsizleşti, hem devlet, ‘para politikası’ gibi araçları önemsizleştirerek ekonomiyi düzenleme kapasitesini kendi eliyle zaafa düşürdü.
Sonuç ortada; kriz!
‘BEN’ SİSTEMİ
Erdoğan’ın “benim valim, benim bakanım” hatta, “benim savcım” sözlerini hatırlayın… Beştepe’de valilere şöyle hitap etmişti:
“Tayyip Erdoğan için el, göz, kulak, ayak sizsiniz. Başbakanımız için sizsiniz. Bakanımız için sizsiniz. Siz varsanız bizim ayağımız, gözümüz var. Siz yoksanız orada biz olmayız…” (10 Ocak 2017)
Kaymakamları seslenişi:
“Mevzuat şöyledir, böyledir, yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir kenara, kendi zihinsel inkılabınızı devreye sokun. ‘Ben bunu bu şekilde yaparım’ deyin ve yapın.” (26 Ocak 2016)
Türkiye böyle idare ediliyor gerçekten. Bu yüzden kurallar muğlak kurumlar zayıf…
Önemini koruyan bir kurum kaldı mı?
Böyle bir kamu bürokrasisinde, CB Yardımcısı Fuat Oktay’ın tanıklığıyla, “beyefendi böyle istedi, böyle talimat verdi” anlayışı hakim oluyor, çarklar gereğince dönmüyor. (5 Ekim 2019)
Erdoğan’ın şu sözlerinin de altını çizmek lazım:
“Dünyada her kim bu kardeşinize saldırıyorsa aslında Türkiye’ye saldırıyor demektir.” (5 Haziran 2022)
Bu durumda Erdoğan’ın yanlışlarını söylemek, itiraz etmek ihanet oluyor. Muhalefet zaten hain!...
HAYATİ KONULAR
Babacan ve Davutoğlu, hangi konularda Erdoğan’la çatıştıklarını anlatıyorlar. Erdoğan ise “ihanet ettiler” demekle yetiniyor, hangi konularda ayrıldıklarını söylemiyor.
Halbuki hangi konulardaki ihtilaflar yüzünden yolların ayrıldığının açıkça ortaya konulması hem siyasetin rasyonelleşmesi için hem ‘kamu denetimi’ için zorunludur: Yolsuzlukla mücadele, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, rantların vergilendirilmesi, hukuk devleti gibi konularda Erdoğan’ın tavrı neydi, Davutoğlu ve Babacan’ın tavırları neydi?
Yolsuzluk konusu önemsiz olabilir mi? Türkiye 2021 yılında “gri liste”ye alındı!
Rant ekonomisinin ülkeyi nereye getirdiği belli değil mi?..
Ama sadakat ve itaat kültürü bu gibi sorunların zamanında konuşulmasına, çözüm aranmasına imkan vermedi.
Bu yüzden, bugünkü krizlere yol açan yanlış politikalar on yıl önce oluşmaya başladığı halde, düzeltmek mümkün olmadı.
Muhafazakârların bu gerçeği görmesi lazım; sadakat ve itaat kültürü eleştiriyi, müzakereyi engelliyor, yanlışların devam etmesine hatta sorumsuzluğa yol açıyor.
MODERN DEVLET
Bireysel hatta dostluklara sadakat elbette önemli bir değer. Geleneksel sosyal bağların şehirleşme sürecinde çözüldüğü zamanımızda daha bir ihtiyaç… Fakat siyaset ayrı bir alan. Devlet yönetimi, milletin geleceği siyasetin elinde. İktidara sadakat göstermekten çok, iktidarı denetlemek, yanlışlarını açıklayıp düzeltmeye zorlamak hem daha ahlakidir, hem daha rasyonel.
Geçmiş asırların yöneticilere itaat ve sadakat telkin eden menkıbeleri, bu çağda bizi yanıltmamalıdır.
Çağımızın devlet yönetiminde başarı, kurallar ve kurumlarla mümkün.
Eski Milli Eğitim Bakanı Prof. Ömer Dinçer, “Kamu Yönetimi Âdâbı” adlı kitabını, geleneksel devletle modern devlet arasında farkı anlatmak için yazdığını söyler.
Kitabında şöyle diyor:
“Geleneksel dönemlerde insan birey olarak değil, bir aileye, bir aşirete, bir ülkeye veya dine mensup olarak vardır… Geleneksel devlet yapısı içinde insan eşref-i mahlukat olarak tanınsa da birey olarak haklara sahip değildir…
Modern devlette ise insanlar vatandaş olarak devlet karşısında haklara sahiptir. Seçme, seçilme, yöneticileri denetleme ve hesap sorma bu haklardan bazılarıdır…” (s. 34-44)
Bütün meselemiz bu değil mi?