Kanal İstanbul ve Montrö konularını somut verilere dayanarak tartışmıyoruz. Karşı tarafı “hain, düşman, kötü niyetli” diye suçluyoruz. Hayır buna tartışma denilemez.
Karşı tarafı suçlamak için geliştirilmiş komplo teorileridir bunlar.
İşte, Kanal’ın açılması Amerika’nın Karadeniz’e çıkmasının önündeki Montrö sınırlamalarını kaldıracağına göre, bu bir “emperyalizme geçit projesidir” diyorlar! (Milliyet, 11 Nisan)
Amiraller bildiriyi imzalayanlardan Cem Gürdeniz’e göre “Kanal İstanbul Mavi Vatan’ın karşıtıdır!” Kırım meselesi ve Çin’in Uygurlar üzerindeki vahşi zulmünü dile getirmek bile “emperyalizmin Türk – Rus ve Türk – Çin dostluğunu baltalamasına” hizmetmiş! (1 Mart)
Buna karşılık iktidar çizgisindeki SETA’dan Hasan Yalçın’a göre, “ Eğer tam bağımsız Türkiye diyorsak öncelikle Boğazları bütünüyle egemenliğimiz altına almak zorundayız. İşte Kanal İstanbul’un en büyük katkısı bu olacaktır.” (Sabah, 12 Aralık 2019)
KANAL İSTANBUL VE ATATÜRK
Bir proje aynı anda hem emperyalizmin hem vatanseverliğin ifadesi olabilir mi?!
Böyle soyut kavramlarla komplo teorileri kuruyorsanız olabilir! Bir tarafa ak, öbür tarafa kara gözükebilir, taktığı gözlüğün rengine göre.
Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre, Kanal İstanbul’a karşı çıkanlar “en büyük Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarıdır!” (5 Nisan)
Erdoğan için Atatürk bir referans mıdır, o tartışmaya girmeyeceğim.
Erdoğan büyük tepkiyle karşılaşan Kanal’ı savunmak için Atatürk’e referans yapıyor. CB sistemini savunmak için kaç defa “Atatürk de böyle yönetmişti” anlamında konuşmalar yapmamış mıydı? Atatürk rejimi 21. Yüzyılda Türkiye için referans olabilirmiş gibi…
Erdoğan Montrö’de egemenliğimizin kendi ifadesiyle “maalesef” yeterince sağlanmadığını, Kanal İstanbul’un bunu sağlayacağını iddia ederek de Kanal’ı savunmak istiyor.
Görüyor musunuz, “emperyalizm, bağımsızlık”, hatta tarihen somut bir gerçek olan “Atatürk” kavramı bugün soyut planda nasıl ‘kullanılıyor’, hem de zıt tezler için.
MONTRÖ’NÜN DEĞERİ
Somut olarak baktığımızda Kanal’ın açılması Montrö’ye son vermeyecek fakat Karadeniz’le Akdeniz arasında Montrö’deki kısıtlamaların söz konusu olmadığı yeni bir su yolu açılmış olacaktır. Bu yüzden Montrö’de kurulan dengeyi Kanal İstanbul’un fiilen geçersiz kılacağı açıktır.
Amerikan ya da Rus ağır harp gemileri Boğazlar’dan geçmek isterse, Montrö hükümlerine kimse bir şey diyemez…
Montrö’yü yırtarak Boğazlar’dan geçmeyi Hitler ve Stalin bile göze alamamıştı. Çünkü bu bütün Montrö devletleriyle takışmak hatta çatışmak demekti.
Fakat Kanal’dan geçmek için bastırdıklarında tek muhatapları Türkiye olacaktır. Türkiye büyük risklerle karşılaşabilecektir.
Hamidiye kahramanı muhafazakar Başvekil Rauf Bey (Orbay) 5 Mart 1923’te Meclis’teki Lozan görüşmeleri sırasında, Türkiye’nin güvenliği için Boğazlardan serbest geçişin daha emniyetli olduğunu anlatmıştır.
Montrö Boğazlar konusunda Lozan’dan çok ileridir şüphesiz.
TÜRKİYE’NİN YÖNÜ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Montrö’deki geçiş rejimi yüzünden Türkiye’nin egemenliğinin “maalesef” eksik kaldığını söylüyor. Halbuki aksine bu Montrö’deki kısıtlamaların sağladığı denge Türkiye’nin egemenliğini de güvenliğini de kesinlikle güçlendirmektedir.
Sayın Erdoğan; istediğimiz yabancı gemiyi geçirip istediğimize izin vermeyeceğimiz Kanal’ın “tam egemenliğimizi” sağlayacağını söylüyor. Aksine, kriz anında Türkiye’nin üzerine ağır baskılar çekecektir.
Ben bu sebeple Kanal’a karşıyım. Ayrıca kaynakların böyle bir rant projesine değil, sanayileşmeye yöneltilmesini, rant yerine “endüstriyel zihniyet”in geliştirilmesini zaruri görüyorum.
Kanal’ın İstanbul ve Trakya’da çevreyi tahrip edecek ve en az 500 bin nüfus daha getirecek olması da vahimdir.
Türkiye geleceğini totaliter “Rus-Çin” blokuna bağlayamaz. Çin-Rus bloku Türkiye’nin üç asırdır ihtiyaç duyduğu yatırım, know-how, akademik bilgi ve teknoloji ihtilaçlarını karşılayamaz. Hele de hukuk ve hürriyetler alanında asla esin kaynağı olamaz.
Türkiye’nin Batı ittifakı içinde, hukuk ve bilim standartlarını geliştirerek, sanayileşmeye öncelik vererek ‘yurta sulh, cihanda sulh’ ilkesiyle geleceğe yürümesi zorunludur.