Güçlü devlet kavramının bir tanımı elbette askeri güçtür. Tarihi sebeplerle bu anlayış bizde hayli yaygındır. Terörle mücadele, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları başarıyla göstermiştir ki, bu coğrafyada güçlü bir ordu Türkiye’nin güvenliği için şarttır fakat…
Argodaki “kodu mu oturtan” yahut “vurduğu yerden ses getiren” devlet kavramı “kurallı devlet”ten ziyade “otoriter devlet” çağrışımı da yapıyor. Halbuki öyle bir çağdayız ki “otoriter devlet” bir süre güç faktörü olsa bile uzun vaade zaaf sebebi oluyor.
Zira hukuka bağlılık, kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, demokratik özgürlükler, şeffaflık gibi değerler hem toplumsal dinamizmi hem ekonomik verimliliği geliştirerek milletler için hayati önem taşıyor.
Çağımızda “güç devlet”; ordusu ve aynı zamanda demokratik kurumları, denetim ve denge mekanizmaları güçlü, vatandaşları hür devlet demektir.
Yolsuzluk ve şeffaflık
Denetim ve denge, şeffaflık gibi kavramlar yolsuzluk karşıtı düzenlemelerin yapılmasını gerektirir. Bu ahlaki bir gereklilik olduğu kadar ekonomik verimliliği artırmak için de şarttır.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü dün “2018 Yolsuzluk Algı Endeksi”ni açıkladı. Türkiye 100 üzerinden 41 puanla ortalamanın altında olduğu gibi özellikle son beş yılda 8 puan gerileyecek buraya inmiş.
Bizim yerli ve milli kuruluşlarımızın da ülkemizde yolsuzluk algısının arttığını gösteren raporları vardır; yazıyı uzatmamak için alıntılar yapmıyorum.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün raporundaki şu vurguya dikkat çekmekle yetineceğim:
“Hukuk devletinin ve demokratik kurumların zayıflaması, sivil toplum ve bağımsız medyanın toplumdaki alanlarının daralması durumunda bir ülkede yolsuzluk artış gösteriyor.”
AB İlerleme Raporlarında da şeffaflık yasalarının çıkarılması sürekli talep edilmektedir.
Yabancı sermaye gelsin diyoruz, elbette gelmeli. Ama bunu sağlamak için hukuk, şeffaflık, özgürlük, kurumsal güvenirlik gibi konulardaki uluslararası değerlendirmelerde son 5-6 yılda aşağılara düşen puanlarımızı hızlı iyileştirmemiz lazım.
Tarihten bir yaprak
Yıl 1925; günlerden 2 Mart Pazartesi... Şeyh Sait isyanının görüldüğü illerde normal olarak sıkıyönetim ilan edilmiştir. Fakat Tek Parti’de “daha şiddetli tedbirler” isteyenler vardır, yani Takrir-i Sükun Kanunu isteyenler...
Bunların başını çeken Recep Peker grup toplantısında diyor ki:
“Şiddet şarttır. Alman Generali Lüdendorf Almanya’nın şiddetli tedbirler almadığından dolayı harpte mağlup olduğunu itiraf etmiştir...”
CHP’nin liberal kanadından Başbakan Fethi Bey ise “Bir hadise çıktığı zaman yalnız o hadisenin failleri aleyhine hareket etmek ve genel huzur ve sükûnu bozmaktan çekinmek lazımdır” diyor.
Siyasi tarihimizin saygın isimlerinden Başbakan Fethi (Okyar) Bey, Recep Peker’e şöyle cevap veriyor:
“İngilizlerle Fransızlar aynı harp senelerinde hiçbir şiddet göstermeden, hatta memleketlerindeki gazeteleri bile geniş bir hürriyet ve serbesti içinde bıraktıkları halde niçin galip geldiler? Arkadaşlar, esasen Recep Bey’in bu husustaki itirazlarına hayret ediyorum...”
Bu konuda ayrıntılar için benim “Atatürk’ün İhtilal Hukuku” kitabıma bakabilirsiniz.
Geleceğe bakmak
Tarihi tecrübeyi uzun dönemli yaşayan İsmet İnönü, 1940’larda anılarını anlatırken, 1925’teki Takrir-i Sükûn döneminde muhalif partileri kapatıp basını susturmakla hata ettiklerini söyleyecektir.
Tarihe “bizden-sizden” bağnazlığıyla değil, anlamak için baktığımızda bugün ne yönde gitmek gerektiğini daha kolay kavrayabiliriz.
Tarihte idealize ettiğimiz dönemler olsa bile geri dönebileceğimiz “altın çağ” yoktur, geleceğimiz için dersler çıkacağımız son derece yoğun tecrübeler vardır.
Tarihin evrimi de zamanımızın tecrübeleri de gösteriyor ki “güçlü devlet” kavramını artık hukukla birlikte düşünmeliyiz. Denetim ve denge, şeffaflık, adalet, temel hak ve özgürlükler, kamu kurumlarında liyakat ve uzmanlık, kurallı ekonomi gibi kavramlarla birlikte düşünmeliyiz.