Kılıç hutbe güncellenme

Taha Akyol

Diyanet İşleri Bakanı Sayın Prof. Ali Erbaş, Ayasofya’da ve başka bazı camilerimizde kılıçla hutbe okunmasını savunuyor, 'bizim tarihimizde ve geleneğimizde var olan, yaygın bir uygulamadır' diyor.

Evet, dinî değil, tarihî ve geleneksel…

Peygamberimizin böyle bir uygulaması da tavsiyesi de yok. Hatta Hz. Ömer’in Kudüs’te Kıyâme kilisesine davranışı, kilisenin kilise olarak devam ettirilmesine özen göstermek şeklindeydi.

İzleyen uzun asırlarda ise Avrupa’da kılıçla ele geçirilen camiler kilise yapıldı. Bunun ilk dramatik örneği Kurtuba camiidir; Endülüs’te Müslüman ve Yahudi bırakılmamıştı.

Müslüman imparatorluklarda ve Osmana lı’da ise siyasi sembolizmi yüksek olan büyük kiliseler cami yapıldı, diğerleri devam etti.

Belli ki bunlar, tarihî konulardır, din değildir.

‘ASRIN İDRAKİNE’

İslami hassasiyetle baktığımızda en önemli sorun, “asrın idrakine” nasıl hitap edeceğimizdir.

Kılıçlı hutbe ile mi?!

Sayın Erbaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İslam’ın güncellenmesi” söylemini kabul etmiş, “fıkıh güncellenebilir” demişti.

Fakat “kılıç”, fıkıh bile değildir. Niye güncellenmesin?

Sayın Erbaş, “İslam medeniyetinin değerlerini ve evrensel insanlık ilkelerini ortaya koyan beyanlarının görmezden gelindiğini” söylüyor, bundan yakınıyor.

Dünyanın gözleri Ayasofya’ya çevrilmişken “asrın idrakine” seslenen kılıçsız bir hutbede, “İslam medeniyetinin değerlerini ve evrensel insanlık ilkelerini” anlatmak “asrin idrakine” daha iyi bir hitap olmaz mıydı?

“YÜZ ELLİ YILDIR”

Asıl mesele çok karmaşık bir ‘kültürel sorun’dur. Son üç yüz yıllık gerileme ve çöküş, ondan önceki asırlara “fetih heyecanı” ile bakış şeklinde bir hissiyat yarattı. Bizdeki “otoriter modernleşme”nin travmaları demokrasi döneminde tedricen politize oldu ya da politize edildi.

İşte kılıç hâlâ önemli bir simge.

Tarihteki modernleşme çabalarımıza “yüz elli yıldır yabancı masallar” diye bakılması da bundan.

Osmanlı kurumların nasıl çöktüğünü hiç olmazsa Koçi Bey’de okumadan, III. Selim’in niye Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) kurmaya çalıştığını anlayabilir miyiz?!

Eski ‘reaya’ düzenin nasıl çürüdüğünü araştırmadan, Tanzimat’ın niye “din ve ırk farkı gözetmeden eşit vatandaşlık” hukuku kurmaya çabaladığını anlayabilir miyiz?

Medrese yeterli miydi; modern “mektep”ler açılmasa, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi kurumlar kurulmasa mıydı?

Bu konularda Şerif Mardin, Halil İnalcık, Kemal Karpat, Mümtaz Turhan, Hilmi Ziya Ülken gibi hocalarımızın eserlerini önemle tavsiye ederim.

‘SİSTEMİK DEPREM’

Ahmet Davutoğlu’nun yeni çıkan “Sistemik Deprem ve Dünya Düzeni” adlı kitabı hem kültür değişmeleri açısından, hem bu perspektifle günümüzdeki temel dinamikleri görmek açısından değerli bir eserdir.

Batı’daki gelişmelerin yarattığı iktisadi dinamizmi rakamlarla anlatıyor: Dünya dış ticareti 1800 yılında 1.5 milyar dolarken 1900 yılında 24 milyar dolara çıkmış, 13 kat artmıştı. Halbuki aynı dönemde dünya nüfusu kabaca ancak 3 kat artmıştı.

Bu Batı’da biriken ekonomik gücü yansıtıyor: Ona göre sanayi, tren, gemi ve top tüfek, sonra uçak!

Asya eski düzenlerde devam edebilir miydi?

Asya’nın dört büyük ülkesinde geleneksel düzenlerin bu “sistemik deprem”de nasıl çöktüğünü kitapta okuyabilirsiniz; biri Osmanlı tabii.

Garbın “yalnız ilmini, fennini almak” mümkün müydü?

Davutoğlu Batı kalkınmasında “skolastik düşünceden… aydınlanmaya” uzanan çizgiye dikkat çekiyor. Bu aynı zamanda “feodal düzenden dinamik merkantilizme, oradan da sanayi devrimi üzerinden yeni bir üretim teknolojisine geçiş” demekti…

Meseleyi zamanında bu derinlikte kavrayamadık.

Sonra ulus-devlet sistemleri çağı geldi. Ardından Soğuk Savaş… Soğuk Savaş sonrası…

Amerika’nın küresel düzen kurucu olmaktan çıkması… Bundan sonra bizi nasıl bir dünya bekliyor?

Davutoğlu “yeni küresel dünya pradigması”nı tahlil ediyor. “Dışlayıcı popülizme karşı kapsayıcı demokrasi” tezini işliyor.

“Devlet otoritesi” kavramını reddediyor, evrensel hukuktaki “kamu düzeni” kavramını savunuyor.

Davutoğlu’nun siyaseti beğenilir, beğenilmez ama bunlar hepimizin önündeki esaslı sorunlar, “sistemik deprem” sorunları…

Siyasetin ateşli güç kavgalarına dalarak ve ideolojik simgelere yapışarak bunların üstesinden gelebilir miyiz?

Tarihe hamasetle değil, husumetle de değil; bir laboratuvar gibi bakarak geleceğimizi bilimle ve özgürlükle düşünmekten başka çaremiz yok.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (59)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.