Kanal İstanbul projesinin jeolojik ve çevresel eleştirilerini uzmanlar yazıyor. Meselenin nüfus ve savunma yönleri hakkında da uzman eleştirileri var.
Uluslararası Montrö sözleşmesine alternatif olarak uluslararası sözleşmeyle kuralları belirlenmemiş bir alternatif kanal açmanın Boğazlar üzerinde küresel devletlerin geçiş üstünlüğü yarışına girmesinden de endişe ederim.
Bugünkü yazımda Kanal İstanbul projesine, yine Ak Parti iktidarının hazırlayıp Meclis’ten geçirdiği “11. Beş Yıllık Kalkınma Planı” açısından bakmak istiyorum.
Hemen özetleyebilirim: 11. Kalkınma Planı’nda deniliyor ki; 2014-2018 arasında yatırımların çoğu sanayi ve ihracat dışındaki sektörlere gitti… O yüzden hedefler tutmadı… 2019-2023 döneminde sanayi ve teknolojiye öncelik vereceğiz…
Elbette sanayi üretimi ve ihracat öncelikli politikalar şarttır; planda öngörülen sanayi ve ihracat odaklı politika doğrudur. Ama Kanal İstanbul gibi bir inşaat projesine 74 milyar lira kaynak tahsis etmek “sanayi ve ihracat odaklı politika” sayılabilir mi?
YATIRIMLAR NEREYE GİTTİ
Hükümet tarafından bir yıl gecikmeyle Meclis’e sunularak yasalaştırılan 11. Beş Yıllık Kalkınma planında şu satırlar var:
“Sabit sermaye yatırımları, bu dönemde ortalama yüzde 4,5 oranında artarken, kaynakların sanayi sektöründen ziyade dış ticarete konu olmayan sektörlere yönelmesiyle üretkenlik arz eden alanların yatırım kompozisyonu içindeki payı görece azalmıştır…” (Paragraf 130)
Sanayi ve ihracat sektörlerinden ziyada kaynak ayrılan sektörler neydi? Borçlanmalarla teşvik edilen tüketim ve bir de inşaat…
Bir sonraki paragrafta bu gerçek rakamlarla ifade ediliyor:
“Ortalama yüzde 4,9 oranında gerçekleşen büyümeye tüketimin katkısı 3 puan olurken, sabit sermaye yatırımları 1,3 puan, net mal ve hizmet ihracatı ise 1 puan katkı vermiştir”. (Paragraf 131)
Sanayi ve ihracat sektörlerinden ziyada kaynak ayrılarak teşvik edilen sektörler neydi? Borçlanmalarla teşvik edilen tüketim ve bir de inşaat…
Ali Babacan kaynakların “rezidans ve AVM’lere” akmasının “tehlikeli” olduğunu söylemiş, “ölçüsüz rantları vergilendirerek sanayiin cazip hale getirilmesini” savunmuş ama etkili olamamıştı. (18 Eylül 2014)
Rahmi Koç “yatırımlar taşa toprağa gitti, rekabet gücü kazamadık” diyerek sanayii savunmuş o da etkili olamamıştı. (18 Şubat 2016)
2018 krizinin kökleri, ülkeye yeterince döviz kazandırmayan o politikalardadır.
KALKINMA PLANI NE DİYOR?
2019-2023 dönemi için 11. Kalkınma Planını hazırlayan teknokratlar tabii ki bunu görmüşler ve önümüzdeki beş yıl için şu politikayı öngörmüşlerdir:
“İmalat sanayii odaklı rekabet gücünün ve verimliliğin artırılması ile teknoloji kapasitesinin geliştirilmesine yönelik atılacak adımlar sayesinde sanayinin yıllık ortalama yüzde 5,7 oranında büyümesi ve üretimin sektörel kompozisyonunda önemli bir değişim yaşanarak sanayinin GSYH içerisindeki payının yüzde 24,2’ye çıkması hedeflenmektedir…” (Paragraf 218)
Elbette çok doğru fakat 74 milyar lirayı (bazılarına göre dolar) Kanal İstanbul inşaatına ayırarak, “sanayinin GSYH içerisindeki payının yüzde 24,2’ye çıkması” mümkün olur mu?
Sanayi bu düzeyde gelişmeden “orta gelir” tuzağından çıkabilir miyiz?
İstikrarlı büyümeyi yakalayabilir miyiz?
Diplomalı işsizlere iş sahası açabilir miyiz?
Plan’da tarım sektörü için de gayet iyi hedefler belirlenmiş fakat o da yatırıma, kaynağa bağlı.
Meselenin ne kadar önemli olduğu belli.
BU PARAYLA….
Türkiye’nin kıt kaynaklarını kısa vadede istihdam ve oy getiren “residansa, AVM’ye” yatırmanın sonuçlarını gördük. Bunu bugünkü iktidarın 11. Kalkınma Planı da yazıyor.
Bu durumda çooook daha büyük bir inşaat projesi olan Kanal İstanbul’a para ayırmak ihracatımızı mı artırır? Teknolojik yenilenme mi sağlar?
Büyük bir yabancı sermaye de gelmediğine göre, madem 75 milyar lirayı telaffuz edebiliyoruz; bu parayla eğitimi, AR-GE’yi, teknolojiyi, sanayi ve ihracatı geliştirmeyi programlaştırmak daha doğru olmaz mı?
Toplumda inşaat yerine sanayi ve teknoloji heyecanı yaratmak, yarımcıya “taşı toprağı” değil, fabrikayı ve ihracatı hedef göstermek daha iyi olmaz mı?
Bunlar açıkça tartışılmalıdır.