Cemal Kaşıkçı dosyasını kapatıp Suudi Arabistan’a devretmek, iktidarın kararıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu vahşi cinayet hakkında neler söylediğini, sonra dosyayı Suudilere gönderip Prens’i en yüksek protokolle karşılayıp uğurladığını yazacak değilim. Çok yazıldı çizildi, anlatıldı…
Bir hakim hakkında yazacağım bugün. HSK tarafından sürgün edilmesi üzerine emekliğini isteyen İstanbul 12 Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Nimet Demir.
Cemal Kaşıkçı dosyasını Suudlara devretme kararını Adalet Bakanlığı vermiş, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi bunu uygun bulmuştu. Mahkeme Başkanı Nimet Demir “muhalefet şerhi” yazarak, devretme karanının hukuka aykırılığını tescil etmişti.
Tabii beklenen olmuş, HSK böyle durumlarda hep yaptığı gibi Nimet Bey’i Kahramanmaraş’a sürmüş, o da emekliğini istemişti.
DÜNDEN BUGÜNE YARGI
Hakim Nimet Demir muhalefet şerhinde dosyayı “sanıkları himaye eden ülkeye devretmenin” anayasaya, kanuna ve evrensel hukuka aykırı olduğunu anlatıyordu. Anayasa’daki “hakim kanuna, hukuka ve vicdanına göre karar verir” maddesini Nimet Demir şöyle yorumluyordu:
“Anayasa ve kanundan maksat yürürlükteki mevzuat; hukuktan gaye evrensel ilkeler; vicdandan kasıt ise adalet, eşitlik, dürüstlük gibi değer yargılarıdır.”
Sayın Demir’in Karar gazetesinde, bir hukuk kitabı gibi öğretici ve ufuk açıcı makalesi yayınlandı. Sayın Demir’in felsefi derinlik, yüksek adalet duygusu ve engin bir kültürle kaleme aldığı yazının başlığı “Krizdeki yargı”dır. Sorun sadece yargının “idari, mali, akademik bağımsızlığının” HSK eliyle ezilmesi değildir:
“Geçmişte yargı ideolojik dayatmaların hegemonyası altındaydı. Günümüzde ise ideolojinin yerini etnik ve dini belirlenimler almış bulunmaktadır.”
Örnekler veriyor. Geçmişteki Yassıada kararları, Deniz Gezmiş ve arkadaşları hakkındaki idam kararları, AYM’nın Refah Partisi’ni kapatması…
Bugün ise, mesela, bir ağır ceza mahkemesinin, “evrensel insan haklarının ülkemiz için bol olduğuna, daha dar çerçevede milli bir insan hakları anlayışına ihtiyaç duyulduğuna” karar vermiş, verebilmiş olmasıdır.
Demir haklı olarak “mihenk taşı, çağdaş hukuk felsefesidir” diyor.
BİR YARGITAY BAŞKANI
Göze girmeyi becerip yüksek mevkilere uçan hakimler, savcılar, hukukçular her zaman oldu ama çok şükür ki Nimet Demir gibi hukuku her şeyin üstünde tutan bilgili, bilge ve onurlu hukukçular da oldu.
Benim “Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca” adlı kitabım için araştırma yaparken görmüştüm. Yargıtay Başkanlarımızdan Halil Özyörük… İsmet Paşa’nın en yakınındaki isimlerden Nihat Erim’e gider, Milli Şef’in “teveccühünü” sorar, saygılarını sunar, Yargıtay başkanlığı süresinin uzatılması için istirhamlarda bulunurdu. Birkaç ay sonra Demokrat Parti’den İzmir adayı oldu, seçildi, Adalet Bakanı oldu ve müessif Tahkikat Komisyonu’nu bile destekleyerek yangını körükledi.
Durmuş Yılmaz’ın sözü bir vecizedir; Merkez Bankası Başkanlığını devrederken halefine şöyle demişti:
“Yaranma duygusu yanlış yaptırır!” (19 Nisan 20211)
TARİHE GEÇMEK
Abdülhamid, Namık Kemal’in mahkum edilmesini istediğinde, “Hünkâr’dan büyük Allah var” diyerek Sultan’ın bu talebini reddeden Beyoğlu Ağır Ceza Reisi Abdüllatif Süphi Paşa…
Abdülhamid söz dinlemeyen bu yargıca dokunmadı. Abdülhamid’in uzun yıllar Adalet Bakanlığını yapan Abdurrahman Nurettin Paşa, dönemin şartlarında, yargı bağımsızlığına titizlikle sahip çıkardı.
CHP’li Turhan Feyzioğlu, 1955’teki bir makalesinde, Halil Özyörük’ü eleştirirken, övgüyle bahsettiği Abdurrahman Nurettin Paşa’yı örnek göstermişti. (T. Feyzioğlu, Demokrasi ve Diktatörlüğe Dair, 1957, sf. 163)
Yargıtay Bakanlığı deyince, Prof. Sami Selçuk’u zikretmeden geçmek kıymet bilmezlik olur. 2000 Adli Yıl açış konuşması, doktora tezi kalitesindeydi. 28 Şubat hukukuna da bugün siyasallaşmış hukuka da karşı çıktı, eserler verdi. “Yargıya güven yüzde 30'larda, kahraman yargıçlar aramaya sürüklenmiş bir toplumda ne hukuk vardır ne adalet” feryadı onundur.
Hakim, savcı, avukat… HSK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üyesi veya yönetici hukukçular… Yarınki tarihçiler de bugünleri yazacak. Tarihe nasıl geçmek istersiniz?