Prof. Hayrettin Karaman Türkiye’deki fıkıh otoritelerinden biridir. Son zamanlardaki partizan tutumu onu yıpratmışsa da eserleri akademik değere sahiptir.
Ben buradan hareketle Müslüman toplumlarda ve İslamcı hareketlerde yaşanmakta olan istibdat sorununu ve demokrasi ihtiyacını yazacağım.
Taliban’ın silah zoruyla iktidarı ele geçirmesi üzerine bu ağır mesele bir kere daha gündeme oturmuş bulunuyor.
HUKUK SORUNU
Evvela, Müslüman toplumların hepsinde ağır hukuk sorunları vardır. Prof. Karaman, fıkıhta özel hukuk branşları gelişmiş olduğu halde, anayasa hukukunun ve kamu hukukunun gelişmediğini belirtir:
“Bunun en önemli sebebi Hz. Peygamber’den otuz yıl sonra başlamış olan saltanat ve istibdadın, bu bahisleri serbestçe işlemek, gerçeği çekinmeden söyleyip yazmak için gerekli fikir hürriyetine meydan vermemiş olmasıdır.” (Anahatlarıyla İslam Hukuku, I, s. 165)
Bu toplumların siyasi kültüründe de iktidarın sınırlandırılması, temel hak ve hürriyetlerin korunması fikri gelişmemiştir. İster modernist, ister İslamcı herkes kendi istibdadına taraftardır!
Anayasa hukukunun fıkıhta gelişmemiş olmasından yakınan Hayrettin Karaman’ın kendisi de referandumda, CB sistemine “evet” oyu verilmesinin “farz” olduğunu yazmıştır! Fakat CB sisteminde iktidarın sınırlanması, denetlenmesi, dengelenmesi, kuvvetler ayrılığı, temel hak ve hürriyetlerin korunması ne durumdadır diye bakmak aklına gelmemiştir! (Yeni Şafak, 13 Nisan 2017)
Eski Tunus Cumhurbaşkanı Munsif Merzuki de “Arap Dünyasının Krizleri” adlı kitabında bu sorunu anlatır.
ZİHİNLERDE İTAAT
Sadece hukuk mu? Taliban’ın gücü sadece hukuksuzluktan mı geliyor?
Karaman’ın tarih açısından eleştirdiği istibdat, sadece hukukun değil, hür düşüncenin gelişmesini de engelledi. “İtaat” kültürü asırlar içinde zihinleri de istila etti. Dinî düşünceyi dondurdu, felsefi düşünceyi söndürdü.
Prof. İrfan Aycan’ın koordinasyonunda yeni yayınlanan 8 ciltlik “Tarihte Müslümanlar” adlı kitapta siyaset, otorite, kelam, felsefe ilişkilerine de yer verilmiş. (Otto Yayınları)
Emevilerden başlayarak “dinin algılanması ve yorumunun iktidarın menfaati doğrultusunda araçsallaştırılıp araçsallaştırılmaması” sorununa neşter vuruluyor.
Evet, Müslümanların bugünkü din algısının ve itaat refleksinin temelinde bu sorun var.
Hükümdarlar “Muaviye’den itibaren kendi iktidarını meşru göstermek için dinî argümanları kullanmaktan… aksi düşünceleri susturmaktan, gerektiğinde öldürmekten çekinmediler…”
Kelam yani ilahiyat sahasında “cebir merkezli kader anlayışı” böyle yerleştirildi. İnsanın irade hürriyetini savunan İslami ekoller bastırıldı. (Cilt 1, s. 92-100)
Muhalif bir âlim olan Hucr bin Adiy’in Muaviye tarafından öldürtülmesi tipik bir örnektir. (Bkz. Mehmet Azimli, Müslümanların Engizisyonu, I, s. 29-35)
Cevdet Paşa, Muaviye’nin yanındaki hukukçular için “ağız açamazlardı” diye yazmıştır. (Kısas-ı Enbiya, 1969, cilt 2, s. 284)
MÜSLÜMANLARIN YOLU
Bütün dinlerin ve milletlerin tarihi böyle, hatta daha ağır olaylarla doludur. Sorun, bizin tarihin bu verilerini din sanmamızdır…
Sorun, Avrupa’daki engisizyonları, katliamları, “devlet benim” diyen mutlakıyet rejimlerini 18. Yüzyıldan itibaren Avrupalılar sorgulamaya başladığı halde, İslam dünyasının hala otoriteyi kutsaması, biati dini görev zannetmesidir.
Montesquieu, istibdadı önlemenin yolunun “kuvvetler ayrılığı” olduğunu, 1748’de yayınlanan “Kanunların Ruhu” adlı muhteşem eserinde yazmıştı…
Bu hukuki düşünce devrimiyle, bilim devrimi arasındaki ilişkiyi hiç gözden kaçırmamak lazım. Temelinde de ticaret, sanayi ve şehirleşme gibi sosyolojik faktörler vardır.
Bizde kuvvetler ayrılığı fikrinin öncüsünün Namık Kemal olduğunu kaçımız biliriz? Namık Kemal’i okusak kaçımız anlarız? Zihinlerimizde hukuk ne kadar önemli?
Netice: Müslümanların siyasal İslam’a değil, hukukun üstünlüğüne ihtiyacı var… Dinle tarihin ayrı şeyler olduğunu idrak etmeye ihtiyacı var… Taliban ve emsali gibi eski fetvaları ezberlemeye değil, bilimsel analitik düşünceye ihtiyacı var... Körü körüne itaate değil eleştiriye ihtiyacı var… Emir ve fermanlara değil, anayasal prensiplere ihtiyacı var…
Bunun da yolu sadece demokratik rejimin sağlayabileceği özgürlüklerdir.