MetroPOLL araştırmasına göre Türkiye’nin AB üyesi olmasını isteyenlerin oranı yüzde 60’a çıkmış. Bunun mümkün olacağına inananların oranı yüzde 23’te kalıyor.
AB üyeliğini isteyenlerin gerekçesi iki ana başlıkta toplanıyor: Biri refah, öbürü demokrasi ve hukuk beklentisi.
Bu tabloyu Türkiye’nin yaşamakta olduğu derin ve sancılı toplumsal değişme açısından iyi okumak lazım.
Araştırma İKV ve TOBB tarafından desteklendiği için daha bir anlamlı.
REFORM FAKTÖRÜ
Toplumun yüzde 60 gibi büyük bir bölümü, demek ki, AB için “Haçlı İttifakı, bizi kıskanıyorlar, AB’ye ihtiyacımız kalmadı” gibi resmi polemikleri gerçekçi bulmamış.
Aslında belli siyasi konjonktürlerde bu polemikleri yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan da yeri geldiğinde AB sürecinin Türkiye’de reform fikrini nasıl güçlendirdiğini ifade etmiştir:
“Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecindeki en büyük kazanımlarından biri reform çalışmalarını özellikle sistematik bir şekilde hazırlama, tartışma ve hayata geçirme kabiliyetini geliştirmiş olmasıdır.” (30 Mayıs 2019)
Dikkat ediniz; “reform çalışmalarını özellikle sistematik bir şekilde hazırlama, tartışma ve hayata geçirme” sorunu…
Tanzimat, Abdülhamid ve Cumhuriyet dönemlerinde Avrupa faktörü böyleydi, bugün de AB faktörü böyle.
Abdülhamid döneminde mahkeme huzurunda şahitlikte kadın-erkek ve Müslüman-Hıristiyan eşitliğini getiren, savcılık ve noterlik teşkilatlarını kuran adliye reformu böyleydi.
AK Parti iktidarında da ekonomide, hukuk ve demokraside ciddi gelişmelerin sağlandığı dönem kabaca 2010’a kadarki “AB Süreci” dönemidir.
Avrupa’dan gelen haklı haksız eleştirilere kızıp tavır değiştirmemizin, ortaya nasıl bir hukuk dözeli ve ekonomik tablo çıkardığını yaşayarak görüyoruz.
KOMPLEKSE KAPILMADAN
Batı karşısında hiçbir aşağılık ve üstünlük kompleksine kapılmadan, “bu çağda” yapmamız gerekenleri doğru tespit edebilmeliyiz.
Rasyonel zihniyet eksikliğinden sorunlarını çözemeyen, hukuk eksikliğinden verimli bir düzen kuramayan toplumlar Batı’ya karşı kendi geçmişleriyle ne kadar övünürse övünsünler nihayet zayıf ve ‘az gelişmiş’ kalırlar.
Hiçbir vatansever bunu içine sindiremez.
Türkiye’de milliyetçi düşünce maalesef partizanlık düzeyine düşürüldüğü için, bu akımın büyük düşünürleri unutuldu. Bu büyüklerimizden merhum sosyolog Mümtaz Turhan şöyle yazmıştı:
“Bugünkü Garp medeniyetinin esas unsurları ilim, ameli hayata tatbikinden ibaret olan teknik, insan haklarını teminat altına alan hukuk ve hürriyettir...”
Merhum Hocamız Türkiye’deki çağdaşlaşma hareketlerini de bu “bilim, teknik, hukuk” unsurlarını yeterince anlamadan şekil ve görüntüye odaklandıkları için eleştirmişti.
Hocamızın “Kültür Değişmeleri” ve “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” adlı eserlerini tavsiye ederim.
‘EN BÜYÜK HAMLE’
Zamanımızda ülkemize yatırım sermayesi esasen Avrupa’dan geldiği gibi en büyük pazarımız da Avrupa’dır. Bilim hayatımız da hukukumuzda büyük ölçüde böyledir.
Başbakan Erdoğan AB sürecini “Cumhuriyetin kuruluşundan sonra en büyük modernleşme hamlesi olan Avrupa Birliğine katılım sürecidir” derken gerçeği ifade etmişti. (2011 Hükümet Programı)
AB üyesi olup olmamak değil, Avrupa’nın hukuk ve özgürlük kıstaslarını içtenlikle benimsemek önemli. Bunun yatırım getirdiğini de gördük.
Rusya’ya, Çin’e, Ortadoğu’ya gittiğimizde kimse bize yargı bağımsızlığı, basın hürriyeti gibi sorular sormuyor, rahat ediyoruz. Fakat refahımızı sağlayacak sermaye ve teknolojiyi, hukuki güvenliğimizi sağlayacak anayasal kıstasları oralardan alamayız.
Bizim tarihteki Türk ve İslam medeniyeti mirasıyla iftihar etmemiz, korumaya ve dünyaya sunmaya çalışmamız hem hakkımız hem görevimizdir. Fakat bunu yapmak için de hamaset değil rasyonel zihniyet lazım.
Rasyonel zihniyet, bilimsel araştırma ve modern hukuk… Ekonomide şimdiki aşamanın ötesine geçebilmemiz bunlara bağlı. Gelişmiş ülke olmanın yolu bilim ve hukuk.
Anketteki yüzde 60’lık kesim de bu özlemi yansıtmıyor mu?
İşimiz çok, yol uzun ama başka çare yok.
Dileyelim de 2020’de Türkiye yeniden bu yola yönelsin.