İran’da teokratik rejimi kadınlar sarsıyor. Toplumsal muhalefette kadınlar başı çekiyor.
Tahran’da 22 yaşındaki genç kadın Mahsa Emini, 13 Eylül’de başörtüsü kurallarına uymadığı için ‘İrşad Polisi’ tarafından gözaltına alınmış, üç gün sonra karakoldan cenazesi çıkmıştı. Rejime göre kalp krizinden, muhaliflere göre işkenceden…
Sebep ne olursa olsun, gencecik bir kadının başını örtmedi diye gözaltına alınıp üç gün tutulması ve sonunda hayatını kaybetmesi, kadınları ayağa kaldırmak için yeterli bir insani facia idi. İranlı kadınlar ayakta, baskılara başkaldırıyorlar, protesto için başörtülerini yakıyorlar, saçlarını kesiyorlar.
Baskının artması tepkiyi de artırıyor.
Başını isteyen örter, isteyen açar, devlete ne?!
BASKICI REJİM
1979’daki İran devrimi, gerçek bir devrimdi; halk ayaklanmasıyla “eski rejim” tamamen yıkılmış, adamları tedhişle, kanla tasfiye edilmiş, “velayet-i fakih” denilen mollalar vesayetinde “yeni rejim”, İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştu.
Reformist ya da ılımlı Cumhurbaşkanları Hatemi ve Ruhani rejimi yumuşatmışlardı. Her ikisinin de Avrupa üniversitelerinde doktora yapmış Ayetullahlar olduğunu belirteyim. Fakat 2021 haziranındaki seçimlerini, yargı facialarıyla tanınan eski ‘baş yargıç’ İbrahim Reisi kazandı. Çünkü keskin muhalifler aptalca bir kararla seçimleri boykot etmişler, katılma oranı yüzde 73’ten yüzde 49’a düşmüştü!
Reisi’nin gelmesiyle ‘vidalar sıkılanmaya’ başladı. Başörtüsü zorunluluğu katılaştırıldı. Bu sene 12 Temmuz “Tesettür ve iffet günü” ilan edildi, kampanyalar yapıldı…
Aynı gün muhalifler sosyal medyada baş açma çağrıları yaptı. Yeni ‘Baş yargıç’ Gulam Hüseyin Mohseni Ajei, “kadınların gösterisinin arkasında dış güçlerin etkili olduğunu söyleyerek istihbarat servislerine sorumluları bulması” için talimat verdi. (BBC Farsça’dan, 18 Temmuz 2022)
Böyle sıkıştırılan vidalar arasında Mahsa Emini’nin hayatını kaybetmesi bardağı taşıran damla oldu.
YENİ AYDINLAR
İran devrimi bölgedeki jeopolitik dengeleri sarsmış, Sünni dünyadaki radikallerde de büyük heyecan yaratmıştı. O zaman başörtüsü, kanlı Şah diktatörlüğüne karşı bir isyan bayrağıydı.
Ama artık devrimci heyecanın yerini bunaltıcı baskılar almıştır. Artık doğrudan rejim ve resmi ideoloji yani Siyasal İslamcılığın Şii versiyonu sorgulanıyor.
Dünkü İslamcı aydınlar da artık teokrasiyi reddediyorlar.
İran uzmanı ilahiyatçı Dr. Asiye Tığlı “Devrim Sonrası İran’da Dinî Düşüncenin Seyri” adlı akademik eseri bu açıdan çok aydınlatıcıdır. KURAMER Konferanslarında da kendisini dinledim. Şöyle diyor:
“Yönetim, meşruiyetini hem İslam’a hem de cumhuriyet rejimine dayalı değerlerden alma iddiasındadır. Ancak uygulamada yaşanan sorunlar, rejim ideolojisinin arka planında yatan dinî düşünceyi ciddi bir şekilde sorgulamaya itmiştir…”
Abdülkerim Süruş, Muhammed Şebüsteri, Muhsin Kedîver ve Mustafa Melikyan gibi âlim ve düşünürler…
Bunlardan Süruş’u Tayyip Erdoğan da tanır, Belediye başkanlığı sırasında İstanbul’da konferans vermişti. Keşke diyeceğim, Erdoğan Süruş’u bugün dinlese…
DİP DALGASI
Çağımızda değerli bilim tarihçisi ve tasavvuf âlimi Seyyid Hüseyin Nasr, İran Üniversitesi rektörüydü, rejimle yapamadı, şimdi Amerikan üniversitelerinde ders veriyor. Amerika’da İbrahim Kalın’ın da hocasıydı.
İran’daki beyin göçünü ve buna rağmen akademik yayınlarda son on yılda Türkiye’nin önüne geçtiğini ayrıca yazmak isterim.
İran üzerine benim vardığım sonuç şu: İslam düşüncesinde yenilenmeyi savunan bu aydınlar, fıkıh konularında modern hukuku savunuyorlar; kadın erkek eşitliği, hukukta din ayrımı yapılmaması, özgürlükler, cinsiyet eşitliği… Kelam alanında, Spinoza en çok ilgilendikleri ‘klasik’ düşünürlerden biri… Karl Popper’e yaptıkları yoğun referanslar, bilim felsefesine duyulan ilgiyi gösterir. Bu gelişirse geleneksel Kelam’da esaslı bir zihniyet devrimi olur.
İslam dünyası kederli, gamlı, bunaltıcı bir durumda… Ama henüz göze çarpmayan yenilikçi düşünceler ve demokrasi talipleri dipten gelen dalga halinde güçleniyor.
Düşüncelerin özgürleşmesi, rejimlerin özgürlükçü demokrasiye yönelmesi; Müslümanlar için de başka çıkış yolu gözükmüyor.