Cumhurbaşkanı Erdoğan iki yıl önce, Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde Türkiye’nin savunma sistemi hakkında Reuters Ajansı’na şu açıklamayı yapıyordu:
“S-400 en geç nisan ayına kadar bunlar yerlerine monte edilmiş olacak ve bunlar monte edildiği anda da bizler savunma sistemleri olarak çok daha huzurlu bir hale gelmiş olacağız. “ (13 Eylül 2019)
Gerçi bizi kime karşı koruyacağı bilinmeyen S-400’ler bize huzur verir miydi, ayrı bir mesele… Hâlâ S-400’ler ambalajı açılmadan depoda bekletiliyor…
Ama bu yüzden, 1.4 milyar dolar yatırdığımız yeni nesil F-35 savaş uçaklarını ve oradan edineceğimiz teknolojiyi kaybettik!
Hiçbir işe yaramayan S-400’lere 2.5 milyar dolar yatırmak ama öbür taraftan 1.4 milyar dolar ödediğimiz son teknolojili F-35 savaş uçaklarından dışlanmak!.. Fakültelerde uluslararası ilişkiler derslerine konu olacak bir “kaybet - kaybet” örneği...
S-400 SERÜVENİ
ABD istediğimiz Patriotları satmayınca Rusya’yla görüşmenin bir anlamı olabilirdi. Ama Rus S-400 sisteminin bizi kime karşı koruyacağını iyi araştırmak gerekirdi. Batı saldırısına karşı tasarlanmış S-400’ler bizi Suriye’den atılacak Rus yapımı füzelere karşı mı koruyacak?!
Bakan Hulusi Akar’ın bu konuda uzmanları tatmin edecek teknik bir açıklama yapmasına ihtiyaç var.
Ayrıca, Rus TASS ajansı S-400’lerle birlikte Türkiye’ye teknoloji transferi yapılmayacağını açıklamıştır. (21 Ocak 2020)
Halbuki kaybettiğimiz F-35’lerde ileri teknolojinin ortağı olacaktık...
F-35’leri kaybedince, eski model F-16 uçaklarımızın modernizasyonunu ve yenilerle takviyesini istiyoruz. Erdoğan “bu konuda Biden’ı olumlu görüyorum” dedi ama Kongre’de buna da karşı çıkanlar var.
Dahası, Erdoğan, İtalyan Başbakanı Mario Draghi ile “S-400 yerine ikame edilebilecek NATO muadili SAMP/T füzelerinin ortak üretimi konusunda mesafe aldıklarını” söyledi! (YetkinReport)
Niye aldık bu S-400’leri, değil mi?
TÜRKİYE’NİN EKSENİ?
En önemlisi Türkiye’nin ekseni ya da yönü hakkında oluşan tereddütlerin güçlenmiş olmasıdır. 2011 seçim zaferinin yarattığı özgüven patlaması ve Arap Baharı döneminde Erdoğan’ın deyişiyle “bir asırlık mahkumiyet sona eriyor” heyecanı… (Kahire, 30 Eylül 2012)
Buna Batı’nın otoriterleşme eleştirileri de eklenince, iktidar Batı’dan adım adım uzaklaştı, oluşan “eksen kayması” görüntüsüne S-400’ler tüy dikti!
Sorunları diplomasi koridorunda tutarak büyütmemek ve demokratik hukuk devleti olmanın prestijine sahip olmak gibi dikkatlerimiz de aşındı…
Şuna bilhassa dikkat çekmek lazım: Avrupa ve Amerika’da her zaman Türkiye karşıtları oldu… Ama her zaman Türkiye’nin hem jeopolitik hem kültürel-çoğulculuk değerini bilenler de olmuştur.
Batı’ya diplomatik dille yapılacak haklı eleştirilerin ötesinde “bunlar Haçlı ittifakı, İslam düşmanı” gibi ifadeler de Türkiye’nin yönü ya da ekseni hakkındaki kuşkuları tırmandırdı…
Bugün Batı’daki Türkiye dostları da uzaklaşmış durumda.
GEL-GİT, AL-VER
Bu ağır tabloda zaman zaman “geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz” gibi doğru beyanlar… NATO üyesi olduğumuzu vurgulayan doğru hatırlatmalar umduğumuz etkiyi göstermiyor.
İstikrar, prensipli bir çizgi yerine zikzaklar, gel-gitler göze çarpıyor.
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, “Rusya stratejik ortağımız” diye konuşabilmiş, Sergey Lavrov ise nezaketen geçiştirmeye bile uzun süre katlanamamış, “Türkiye stratejik ortağımız değildir” diye açıklama yapmıştır. (14 Ekim 2020)
Muhafazakar iktidarımızın Araplarla ilişkisi nasıl? Mısır’ı Yunanistan’ın yanına kim itti?..
Görüyor musunuz tabloyu…
Dış politikamız “hayra alamet değil”lerle “hayra alamet”ler arasında gidip geliyor.
Diplomat Naci Koru şöyle yazıyor:
“Gel-gitler içerisinde yeni arayışlara giren Türkiye giderek artan ölçüde kuşkuyla takip edilir, “öngörülmesi” zor bir ülkeye dönüştü. Bir hayli aşınsa da tarihten gelen ortaklık ve ittifak bağlarımız elbette var; ancak bu bağlar paylaşılan ilkesel ortak değerlerden ziyade ihtiyaca dayalı al-ver ilişkilerine dayanır duruma geldi. Kabul etmeliyiz ki, bu tür ilişkilerin güvenilirliği ve sürdürülür niteliği bir hayli kuşkulu görünüyor.” (22 Eylül 2016)