Siyasette öfke ve hakaret yerine eleştiri ve müzakere dilinin hakim olması gerektiğini yıllardan beri yazarım. ‘Memleket masası’ başlıklı yazımda da bu öneriyi doğru bulduğumu, partilerin arasında diyalog olması gerektiğini yazmıştım.
Akşener’in bu teklifini Kılıçdaroğlu ile Davutoğlu’nun desteklediğini, Bahçeli’nin “her zamanki öfkeli ve hakaretli üslubuyla karşı çıktığını” yazmıştım. Bahçeli bana tepkisinde de bu “öfkeli ve haraketli” üslubunu sergiledi.
Bunu hep yapıyor. Başbakan Erdoğan’a neler söylemişti, neler…
Bizde politika hayatında öteden beri bu dil yaygındır. Ama ben politikacı değilim.
Yardımcısının kin ve tehdit dilini ise burada söz konusu bile etmem. Bu ülkede Lozan’a bile hakaret ediliyor; madem tarihçidir, oturup bir broşür bari yazması, akademik çalışmalarıyla öne çıkması gerekmez mi? Hayır işi gücü hakaret.
Atalarımız ne demiş, “üslûb-ı beyan, ayniyle insan.” Nokta…
BARİKA-İ HAKİKAT…
Siyasetin sorunlara, verilere, araştırmalara bakması gerekirken, kişilere hakarete odaklanması bizim yüz elli yıllık sorunuzdur. Bu yüzden sorunlarımızın çözümü hep gecikti.
Bizde parlamento, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, fikir hürriyeti kavramlarının öncüsü olan büyük Namık Kemal, Londra’da çıkarabildiği Hürriyet gazetesinin 14 Haziran 1869 tarihli sayısında bu sorunu ele almıştı. Yazısının başlığı bir hadis-i şerifti: “İhtilafu ümmetî rahmetün.”
Yani fikirlerin çeşitli olması rahmettir.
Namık Kemal’in “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar’’ sözü de bunun tefsiri gibidir.
Kemal, yazısında Avrupa’daki “ihtilaf ve münazara usulü”nun ilerlemelere yol açtığını anlatarak, “itirazdan niçin korkulsun?” diye soruyordu. Sözü bize getirerek şunları yazıyordu:
“Niçin bizim devletimizde geçerli değildir? Ve sebep nedir ki fikir ayrılığı üzere bulunanların imhalarına kadar çalışılır?.. Farz olunsun ki, muhalif görüşlerde bulunanlar görüşlerinde isabet etmemiş olsunlar… Niçin onların delilleri meydana konulup ikna ve ilzam edecek yerde yalnız şahıslarına husumet olunuyor ve meselenin kendisi bırakılıp şahsi garezlerle uğraşılıyor?..”
Kısmen sadeleştirdiğim bu uzun yazının tam metni için Vakıf Bank’ın çıkardığı “Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesi” adlı kitaba bakabilirsiniz. (Cilt 2, s. 2-5)
HATALARA MAHKUM OLMAK
Namık Kemal’in özellikle “meselenin kendisi bırakılıp şahsi garezlerle uğraşılıyor” ifadesine dikkat... Hâlâ böyle değil mi?
Sorun-odaklı ve verilere dayalı tartışma yerine kişilere kolayca hakaret ederek asıl sorunun gözden kaçması, çözümsüz kalması…
Siyasetin şahsi güç kavgasına dönüşmesi...
Kişisel karizmaların ve kişisel husumetlerin yön verdiği bir siyasi kültür ne kadar sağlıklı olabilir? Ülkenin ciddi araştırma, müzakere ve uzlaşma gerektiren sorunları böyle çözülebilir mi? Dünya ile böyle yarışabilir miyiz?
Fikir hayatımızın büyük beyinlerinden Cemil Meriç’in yazdıklarını hatırlıyor musunuz?
“Tek ortak duygu düşmanlık. Diyalog yok… Münakaşa, hakikati birlikte aramaktır. Hakikat bin bir cepheli, bin bir görünüşlü. Karşınızdaki, görmediğinizi gösterecek size. Farklı düşündüğü ölçüde yaratıcı ve öğreticidir… Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak kendimizi hataya mahkum etmek değil midir?..” (Bu Ülke, s. 54-55)
Cemil Meriç’in feryadı, Namık Kemal’in feryadı ile aynı değil mi?
21. YÜZYILDA
Bu ülke “fırkacılık”tan, partizanlıktan çok çekti. Hatta Rumeli’nin kaybında bu hastalığımızın da etkisi vardır.
Birbirlerine hain dediler, alçak dediler.
Her devirde böyle kutuplaşıyoruz.
Parçanın, partinin kavgasını yaparken bütüne, ülkeye verdiğimiz zararı gözümüz görmüyor.
Sağımızda da solumuzda da bu ayıp vardır.
Cemil Meriç’in “diyaloğun olmadığı ülke” diye yakınması bu yüzden değil mi?
Biliyorum bu yazdıklarımın siyaset üzerinde hiç ama hiç etkisi olmayacak. Bizde siyaset büyük ölçüde güç savaşı çünkü…
Ama 21. yüzyıldayız artık.
Politikalarda hamaset ve husumetten çok rasyonelliğin ve yönetişimin ülkeler için daha gerekli hale geldiği bir çağ…
Bizler, biz vatandaşlar, seçmenler, hele de eli kalem tutanlar, topluma bir şeyler söyleyenler husumet yerine diyalog dilini, hamaset yerine müzakere kültürünü geliştirmek zorundayız. İyimserim, şehirleşme ve eğitim bu faktörü güçlendiriyor.