Amerika’nın Türkiye hakkındaki “yaptırım” kararı elbette esef verici bir hadisedir. Fakat Türkiye’ye ciddi zarar verecek şiddette değildir. Nitekim kur ve borsa hiç olumsuz etkilenmedi.
AB zirvesinden çıkan “yaptırım” da yumuşaktı. Atina ve Paris’in saldırgan tavrı AB’da kabul görmemiştir.
İki gerçek ortaya çıkıyor: Türkiye Batı için vazgeçilebilir bir ülke değildir… Türkiye de Batı’dan vaz geçemez.
Sorunlara çözüm arayışında diplomatik usuller hakim olmalıdır.
Hele de iç politika uğruna dış sorunları körüklemekten sakınmak gerekir: Batılı politikacıların aşırı sağ oylar için, bizde de iktidarın hamasetle oy artırmak için bunu yapması hataydı.
RASYONELLİĞE DÖNÜŞ MÜ?
AK Parti kendisinin 2008’de çıkardığı kanunla “yurt dışında” seçim propagandası yapılamayacağı hükmünü getirmişti. Ama 2017 referandumunda Avrupa’daki vatandaşlarımızdan oy toplamak üzere propaganda yapmak için ne büyük kavgalar yaşamıştık değil mi?
AB’nin “Haçlı ittfakı” olduğunu, Almanların “Neo Nazi” gibi davrandıklarını söylemiştik!
Evet, bugün “geleceğimiz Avrupa’da” diyoruz; doğrusu budur…
Ama gerilimler hasar bırakarak geçiyor.
Bugün ekonomik kriz yaşıyoruz, Doğu Akdeniz’de yalnız vaziyetteyiz. Böyle bir konjonktürde hükümet dış politikada ve ekonomide rasyonelleşme işaretleri veriyor: Faizi yükseltti, piyasa kurallarını vurgulanıyor…
Cumhurbaşkanı Erdoğan “diplomasiye şans vermek, müzakere etmek” gibi kavramlarla konuşuyor. “Ey…” hitapları, “Osmanlı tokatları” geçmişte kalmış gözüküyor.
Yeni dil bugünkü konjonktürle sınırlı geçici bir tavır değil de rasyonelleşmeye ilkesel bir dönüşse bunu desteklemek lazım.
Sadece dış politikada değil, ekonomide de yeni yaklaşımın inandırıcı olması, kalıcı bir rasyonelleşmeye bağlıdır.
DİPLOMASİ YOLU
Dışişleri ABD ambargosunu kınayan sert bir bildiri yayınladı, böyle yapması da gerekirdi. Ama esas verdiği mesaj, bildirideki “meseleyi müttefiklik ruhuna uygun şekilde, diyalog ve diplomasi yoluyla ele almaya hazır olduğumuz” beyanıdır.
Kendisi ve kurumu ambargoya muhatap olan Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir’in açıklaması da bir rasyonalizm örneğidir:
“ABD’nin birçok alanda Türkiye ile işbirliği var. Bunların devam etmesini onlar da biz de istiyoruz. Bu karar münhasır kendi içinde kalmalı, bunun da ilişkilerimizi çok etkilememesini bekliyoruz.”
Savunma sanayiimizin ve yan etkileriyle teknoloji kapasitemizin gelişmesi için bu ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu Sayın Demir elbette hepimizden iyi biliyordur.
Özellikle F-35’lerdeki hakkımızı geri alabilmeliyiz.
ABD Savunma Bakanlığı’nın “yaptırımların asıl hedefi Rusya” diye açıklama yapması, Pompei’nin “Türkiye’yi S-400 sorununu ABD ile koordinasyon içinde çözmeye davet ediyoruz” demesi, müzakere yolunun açık olduğunu gösterir.
Zaten Batı’ya karşı bir Rus savunma sistemi olan S-400’leri, bizi kime karşı koruması için aldığımız sorusunun cevabı belli değildir!
DİPLOMASİ SANATI
ABD ve Avrupa ile Türkiye arasında çok büyük iktisadi ve jeopolitik menfaatler ortaklığı vardır. Demokrasi ve hukuk gibi değerlerin dünyadaki mekânı da Batı’dır; Uzak Doğu’da da Japonya ve Güney Kore.
ABD ve Avrupa ile Türkiye arasında ihtilaflar da vardır. Akıl ya da rasyonellik, ihtilafların büyük menfaat ortaklığını tahrip etmeyecek şekilde diplomasi kanalları içinde tutulmasını icap ettirir.
Yığınları coşturan davranışlar diplomaside bumerang gibidir.
Merhum Cemil Meriç’in “Bu Ülke”de yazdığı gibi:
“Yığın düşünmez maruz kalır… Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutur.”
Halbuki diplomasi geniş bilgi birikimi, objektif veri akışına ve saf aklın planlamasına dayanan yüksek kapasiteli bir faaliyettir.
Tarihimizde iki tavrın da örnekleri az değildir: “Ordu Sofya’ya” sloganlarıyla Balkan harbine girişimiz…
Askeri zaferler bütünü olduğu kadar bir diplomasi harikası olan Milli Mücadele’nin dış politikası.