Cumhurbaşkanı Erdoğan, dış politikada bozduğu ilişkileri düzeltmeye çalışıyor. Bu elbette iyi bir haber...
Mısır’daki İhvan-ı Müslimin’e destek uğruna Mısır hükümetine karşı yıllarca kampanya yürütmek, Araplara “topunuz bir Türkiye etmezsiniz” diye seslenmek gibi davranışlar Arapları Yunanistan’ın yanına itti. Ticari ilişkilerimiz de geriledi.
Aslında Türk hükümetleri, Filistin meselesinde daima Arapları desteklemiş ama İsrail’le çatışmamaya da özen göstermişti. İşte Milli Şef İsmet Paşa’nın sözleri:
“Kendileriyle uzun asırlar beraber yaşamaktan doğan gayet tabii ve derin yakınlık duygularıyla bağlı bulunduğumuz Arap devletlerinin emniyet ve selametleri Türkiye için de hayati bir meseledir” (1 Kasım 1949)
Demirel ve Özal hükümetlerinin Arap dünyasına açılmaları Türkiye’ye hem ticari kazanç sağlamış hem Türkiye’nin sahip olduğu “yumuşak güç” faktörünü güçlendirmişti.
İKİ ERDOĞAN
Erdoğan da iktidarının ilk iki döneminde bu geleneksel diplomasiyi sürdürmüş, Arapların iç işlerine karışmamış, Yahudi lobilerinden takdir nişanları almış, hatta Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk bile yapmıştı, çünkü Türkiye’ye iki taraf da güveniyordu...
2008 yılında Türkiye, doğu ve batı ülkelerinin desteğiyle, 151 ülkenin oylarıyla BM Güvenlik Konseyi’ne üye seçilmişti. (17 Ekim 2008)
Fakat 2014 Ekimindeki üye seçiminde ise Türkiye ikinci tura kalacak, ikinci turda sadece 73 devletin oyunu alarak seçimi kaybedecekti.
Bu arada, hem Araplarla, hem İsrail’le hem Avrupa ile kavgalarımız olmuştu, daha da tırmanacaktı.
Bugün aday olsa kaç oy alır bilmiyorum!
Dönüm noktası, 2011’deki Arap Baharı’dır. İktidar “gönül coğrafyamız” gerçekleşiyor zannetti. Erdoğan Kahire üniversitesinde “bir asırlık mahkûmiyet sona eriyor” diye konuşuyordu. (30 Eylül 2012)
Bu, İhvan’ı tehdit sayan bütün Arapları aleyhimize çevirdi.
‘ONE MİNUTE’
Hâlâ hafızalardadır. Davos’ta Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e şöyle demişti:
“Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın... Sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir... Öldürmeye gelince, siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum...” (20 Ocak 2009)
Bu sözlerin nasıl bir heyecan yarattığı da hafızalardadır.
Ben o günlerde “Erdoğan iyi mi yaptı?” başlıklı yazımda Erdoğan’ın tepkisinin haklı fakat “Arap liderlerinden daha sert, öfkeli, keskin” üslubun hatalı olduğunu yazmıştım:
“Hamas’ın peşine takılmamak, İsrail’i de eleştirmek, bir tarafın değil, bütün tarafların güvenine sahip ülke olarak barış işlevinde aktif bir konumda bulunmak!
Başbakan’ın üslubu bundan çok uzaktı.” (Millliyet 31 Ocak 2009)
Gerçi Erdoğan da “Benim tavrım moderatöre oldu... Herhangi bir şekilde ne İsrail halkını ne Peres’i ne de Musevi halkını hedef aldım” diyerek durumu yumuşatmak istemişti ama on yıldır İsrail’e gösterilen haklı tepkilerin aşırı dozu yüzünden Türkiye eski etki gücünü kaybedecek, Mısır’la kavgaların da eklenmesiyle Doğu Akdeniz’de yalnızlığa sürüklenecekti…
‘KAVGA DÖVÜŞLE OLMAZ’
Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’le ilişkileri geliştirmek istiyor, “siyaset yapacaksak, siyaset kavga dövüşle olmaz” diyor, çok doğru.
Bu sözlerle dış politikada yaklaşık on yıl sürdürdüğü “kavga ve dövüş”ü bıraktığının mesajını veriyor.
Dış politikada yalnızlık, ekonomide yatırımsızlık o kavgaların ağır faturasıdır. Şimdi, petrol zengini BAE ve Suud’dan başlayarak ilişkileri düzeltmek ve swap anlaşmaları yapmak istiyor.
Keşke geçen on yıldaki “kavga ve dövüş” olmasaydı, eleştirilerimiz diplomatik üslup içinde kalsaydı, ilişkilerimiz bozulmasaydı… Ekonomimiz de dış politikada “yumuşak güç” kapasitemiz de bu kadar hasara uğramasaydı, değil mi?
O dönemde Avrupa Birliği’yle de “bunlar haçtı ittifakı” gibi sözlerle kavgalarımız oldu.
Artık “Ey Biden” sözlerini de duymuyoruz. Batı ile ilişkileri düzeltmede demokrasi ve hukuk faktörü önemli, Erdoğan bu konuda henüz bir adım atmış değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dış politikada bıraktığını söylediği “kavga ve dövüş”ü maalesef iç politikada sürdürüyor.
Onu da bırakmanın zamanı çoktan geldi, inşallah geçmez.