Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İsveç’in NATO üyeliği karşılığında Avrupa Birliği konusunu masaya getirmesi iki açıdan son derece önemlidir. Evvela Erdoğan’ın dış politikaya “al-ver” ilişkileri önceliğiyle baktığı bir kere daha görülüyor.
İkincisi, Avrupa’nın önemi… Daha üç dört yıl önce “Avrupa Birliği’ne ihtiyacımız kalmadı” diyen, “bunlar haçlı ittifakı” diye konuşan Erdoğan bile Avrupa’dan vazgeçemiyor.
Erdoğan, İsveç’in üyeliğinin görüşüleceği Vilnius zirvesinden hemen önce “Avrupa Birliği'nin önde gelen ülkelerinin ve AB liderliğinin Türkiye'nin üyeliğine açık ve güçlü destek mesajı vermelerini” istedi. Biden’dan da bu konuda destek talep etti.
Türkiye’nin İsveç’in üyeliğine destek vermesi elbette isabetlidir; hem terörle mücadele bakımından hem Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin düzelmesi bakamından.
Fakat “Türkiye'nin AB üyeliğine açık ve güçlü destek mesajı” gelmedi, gelmeyecek de…
AB VE HUKUK
Almanya Başbakanı Scholz, NATO üyeliği ile AB üyeliğinin “ilgisiz konular” olduğunu söyledi. AP Türkiye Raportörü Sanchez de “Kopenhag kriterlerini yerine getirmek şart” diye vurguladı.
Gerçekten AB üyeliği siyasi bir al-ver konusu değildir. Hukuk ve demokrasi odaklı kriterleri vardır. Ancak bu kriterler tamamlandıktan sonra siyasi karar aşamasına gelinir.
Türkiye bu kriterleri tamamlamadığı gibi son on yılda daha bir uzaklaştı. Bunun tipik örneği, Erdoğan’ın AİHM ile ilgili tavrıdır...
2004 yılında Erdoğan, muhalefetin de desteğiyle, AİHM kararlarının bağlayıcılığını anayasanın 90. maddesine yazmıştı. Dahası, Türk mahkemesinin verdiği bir ceza kararı AİHM’den dönerse, “yargılamanın yenilenmesi” yoluyla AİHM’ye uygun hüküm verilmesi için Ceza Muhakemesi Kanunu’na madde koydurmuştu. (Madde 311/f)
Fakat sonra aynı Erdoğan, defalarca “AİHM kararları bizi bağlamaz” diye konuşarak hem yargıyı etkiledi hem Türkiye’nin AB kriterlerinden uzaklaştığını resmen kayda geçirmiş oldu.
Osman Kavala, Hakan Altınay ve arkadaşları hakkındaki mahkumiyetler gibi kararlar, göreceksiniz, nihayet, böyle “yargılamanın yenilenmesi” yoluyla beratla sonuçlanacaktır.
AB sürecinin gerektirdiği hukuk nizamı ile Türkiye’deki uygulamanın ne kadar farklı hatta tezatlı olduğu açık.
ERDOĞAN’IN İSTEĞİ
Sayın Erdoğan elbette bunu görüyor. Dün AB kıstasları için anayasa değiştiren Erdoğan artık şöyle konuşuyor:
“Avrupa Birliği’nin artık ülkemizle ilişkilerine stratejik bir bakış açısıyla yaklaşması gerekiyor.” (17 Kasım 2021)
Yani, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, özgürlükler yerine “strateji” önceliği!
Halbuki “stratejik bakış” NATO için birinci plandadır. AB’da ise demokrasi ve hukuk değerleri ön şarttır, stratejik düşünceler ikinci plandadır. Zira faşizmin ve komünizmin kanlı tecrübeleri öğretmiştir ki, özgürlükler siyaset üstü bir hukuk nizamı tarafından korunmalıdır!
İşte, Avrupa’da yükselmekte olan popülist otoriter aşırı sağ AB kurumlarına ve hukukuna karşıdır.
ERDOĞAN ‘REORM’ YAPAR MI?
Erdoğan 2002’teki “fabrika ayarları”na, reform çizgisine döner mi? Keşke ama sanmıyorum. Çünkü bu Erdoğan’ın elindeki yetkilerin birçoğundan vazgeçmesi demektir: Yargı bağımsızlığı… Cumhurbaşkanı tasarrufları üzerinde parlamento denetimi… Merkez Bankası bağımsızlığı… AİHM kararlarının uygulanması… Özerk üniversite… İster mi bunları?
AB’a üye olmak şart değil, önemli olan o standartlar.
Ekonominin yine sıkıştığı 2020 sonbaharında Erdoğan Naci Ağbal ve Lütfi Elvan gibi iki değerli ekonomisti göreve getirmiş, “hukuk ve ekonomide reformlar” diye açıklamalar yapmıştı. O dönemde Erdoğan “geleceğimiz Avrupa’da” diye konuşmalar yapıyordu. (21 Kasım 2020)
Malum, bir şey çıkmadı, hatta tersine, Kavcıoğlu ve Nebati göreve getirildi.
ORTA GELİR TUZAĞI
Bugün ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Elvan’a ve Ağbal’a verdiği yetkileri Mehmet Şimşek’e ve Hafize Gaye Erkan’a vermemiş gözüküyor.
Evet, Erdoğan bir AB açılımı yapmak istiyor ama 2020 sonbaharındaki gibi “reform” kelimesinden bile söz etmiyor.
Batı ile ilişkilerde hissedilir bir yumuşama, hele de gümrük birliğini yenileme ve vize muafiyeti gerçekleşirse ekonomi için faydalı olur, bu da Erdoğan’a yeter. Kriz ortamında dahi seçim kazanmadı mı?
Ama Türkiye reformlarla yapabileceği büyük atılmaları yapmamış olur, “orta gelir tuzağın”da dolanıp durmaya devam ederiz, maalesef.
Niye bir Güney Kore performansı gösteremiyoruz, açık değil mi?