Cumhurbaşkanı Erdoğan Mısır ve Körfez ülkelerinden sonra şimdi de Esat’la da diyalog kuracağına dair işaretler veriyor.
Erdoğan üç aydır Münbiç ve Tel Rıfat’a “bir gece ansızın” operasyon yapacağını söylüyor fakat buna sadece ABD değil, Rusya ve İran’da karşı çıkıyordu. 5 Ağustos’taki Soçi Zirvesi’nde Erdoğan onları ikna edebilir miydi? Haber İran basında çıktı: Soçi Zirvesi’nde hem Putin hem Ruhani, Erdoğan’a Esat’la görüşmesini tavsiye etmişlerdi.
Sonra Erdoğan açıklama yaptı:
“Devletler arasında hiçbir zaman siyasi diyalog veya diplomasi kesip atılamaz… Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok ki…” (19 Ağustos)
Dahası da var; Ukrayna dönüşü uçakta yaptığı açıklama:
“Hiçbir ülkeye husumet beslemiyoruz. Her ülke, toplumla mümkün olan en ileri, iyi, samimi ilişkileri kurmak, geliştirmek istiyoruz. Amacımız yakın komşularımızdan başlayarak çevremizde barış ve işbirliği kuşağı tesis etmektir.”
Bunlar çok doğru sözler, fakat…
İSLAM VURGUSU
Sayın Erdoğan’ın son on yıldaki politikaları, diplomasinin kavramının tersine, Batı’yla da Araplarla da çatışarak Türkiye’nin iki asırlık diplomatik çizgisinde kırılmalara yol açmıştı.
Arap Baharı ayaklanmaları Suriye’ye intikal ettikten sonra, Erdoğan hükümeti, özellikle Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Esat’ı demokratik reformlara ikna etmeye çalışmış, mümkün olmamıştı. Ondan sonra da Türkiye’nin dengeli bir diplomasiyle ittifaklar geliştirmesi gerekirdi. Fakat hamaset, diplomasiyi bastırdı:
“O gün yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz” (5 Eylül 2012)
Başbakan Erdoğan, İhvan’ın iktidara geldiği Mısır’da, Kahire’de yaptığı konuşmalarda da “bir asırlık ayrılık, bir asırlık mahkumiyet sona eriyor… yapay sınırlar kalkıyor” diyordu. (30 Eylül 2012).
İktidar dünyaya ‘İslamcı dış politika’ mesajı veriyor, Türkiye Batı’da, Arap dünyasında ve Doğu Ak Deniz’de yalnızlaşmaya gidiyordu.
ESED’İ DÜŞÜRMEK
Esat gidince Mısır gibi Suriye’de de İhvan iktidara gelecek, Türkiye dostu bir rejim kurulacak, Suriye’nin etnik bölünmesi önlenecek, Türkiye’nin güvenliği güçlenecekti. Bu beklenti, “ümmet coğrafyası” hamasetiyle de örtüşüyordu.
Erdoğan, “zalim Eset gidici” diyordu. (6 Eylül 2012)
Bunu hızlandırmak için “eğit donat, ÖSO” gibi formüllerle Suriye muhalefetini silahlı olarak da destekledi. Şu sözler kendisinindir:
“Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil.” (29 Kasım 2016)
Rusya’nın Eylül 2015’te askeri olarak Esat lehine Suriye’de denkleme ağırlığını koymasından sonra bari Suriye politikasını düzeltmek, ittifak ilişkilerimizi güçlendirmek gerekirdi.
Fakat Erdoğan Batı’dan gelen demokrasi, hukuk, insan hakları eleştirilerine öfke duyuyor, Şanghay Beşlisi gibi seçenekler arıyordu! “Şanghay Beşlisi’nde yer almak Türkiye’yi rahatlatır” diyordu! (26 Kasım 2016)
Şanghay Beşlisi ile Avrupa Birliği ile ölçülebilir mi?!
‘DOSTUM PUTİN’
Türkiye’nin Batı’dan ve Arap ülkelerinden uzaklaşmasını, “Dostum Putin” bir fırsat olarak iyi değerlendirdi. S-400’ler diplomatik çizgimizdeki en vahim kırılmalardan biridir.
Son olarak Putin, Erdoğan’ı, Taşkent’teki Şanghay İşbirliği Teşkilatı toplantısına davet etmiş, Erdoğan “Putin’in ricasıyla” katılacağını söyledi…
Bu noktada, Erdoğan’ın “diplomasi” ve “en ileri ilişkiler” vurgusunda öncelikler nedir, sorusu fevkalade önemlidir. Bu, Putin ve Esat’la sınırlı kalırsa, Türkiye Batı’dan daha da uzaklaşır, bunun on yıldır yarata geldiği sorunlarımız büsbütün ağırlaşır.
TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ
Özellikle Putin’in, Batı ambargosunu delmek için Türkiye’den istifade etmesinin Türkiye’yi nelere maruz bırakabileceği konusunda çok dikkatli olmak, ülkemizi bundan sakınmak şarttır.
Rusya’ya bu kadar yakınlaşmak beş on aylık, bir yıllık rahatlama sağlayabilir ama Türkiye’nin geleceğini karartır. Ne Şanghay Beşlisi ne de Rusya Türkiye’nin ihracat, sermaye, teknoloji, bilim, yatırım, hukuk ve güvenlik ihtiyacını karşılayamaz.
Yaşamakta olduğumuz krizin siyasi sebeplerini bir düşünelim!
Türkiye’nin önünde evet, on ay sonra bir seçim var ama seçimlerden sonra on yıllar ve yüzyıllar var; bunu riske atmanın sorumluluğundan sakınmak gerekir.