Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş’a ‘siyasi’ açıdan yapılan eleştiriler önemli ölçüde haklılık payı taşıyor.
Fakat Ankara Barosu’nun Erbaş’a yönettiği eleştiri haksızdır. Hatta eleştiri olmanın ötesinde her mümini rencide edecek, inançlarından dolayı aşağılanma duygusu yaratacak saldırgan bir açıklamadır…
İnsanlar virüsle, işsizlikle, yoksullukla can derdindeyken, sosyal yardımlaşmanın sevabını ve İslam tarihinden örneklerle karantina kurallarının önemini sürekli anlatmak gerekirken Sayın Ali Erbaş niye zina ve eşcinsellik konusunu dile getirdi diye sorulabilir. Fakat ne olursa olsun, söyledikleri İslami niteliktedir.
İslam ve bütün dinlere hatta bütün geleneksel ahlak sistemlerinde zina ve eşcinsellik olumsuz fiiller olarak görülür, aile değerleri savunulur.
Bizde de yıllardan beri konuşulur, yayınlar yapılır.
Erbaş bunları tekrarladı diye “nefret suçu” işlemiş olamaz, zaten ifadesinin konusu da fiillerdir, somut insanlar değil.
PROVOKATİF DİL
Bütün dünyada “cinsel eğilimler” tartışması var… Fakat Ankara Barosu adına bildiriyi kaleme alanlar maalesef islamofobik ve provokatif bir dil kullandılar:
“Şaşkınlığımız; sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın, bir devlet kurumunun başında oturup söylemini kutsal sayılan değerler üzerine inşa ederek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesindeki kan kokan cüreti sebebiyledir. Aldığımız ibretse, anılan şahsın içinde bulunduğu takvim yılında yaşamasına rağmen bundan sekiz-dokuz nesil önceki büyükleriyle aynı zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip olmak için insan onuruna karşı gösterdiği büyük direnişten kaynaklanmaktadır…
Sonraki konuşmasında halkı ellerinde meşalelerle meydanlarda cadı diye kadın yakmaya davet etmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.”
Ne demek cadı diye kadın yakmak?!
Türkiye’de bir facia olan kadın cinayetleri dini inançtan değil, ataerkil “erkek” maganda kültüründen geliyor.
Bildirideki bu saldırgan dil hukukçu bulunması gereken ağırbaşlılıktan uzak bir provokasyon dilidir.
AK PARTİ’NİN İCRAATI
Çağımızda zina ve eşcinsellik konusunda farklı anlayışların ortaya çıktığı da bir gerçektir. Atatürk döneminde kabul edilen TCK’da şöyle bir hüküm vardı:
“Madde 440 - Zina eden karı hakkında altı aydan üç seneye kadar hapis cezası tertip olunur. Karının evli olduğunu bilerek bu fiilde ortak olan kimse hakkında da aynı ceza hükmolunur.”
Anayasa Mahkemesi, 1998 yılında eşitliğe aykırı olduğu gerekçesiyle bunu iptal etti.
Muhafazakar AK Parti iktidarı da 2004’te çıkardığı yeni TCK’da zinaya yer vermedi, zina suç olmaktan çıktı.
Yine Ak Parti iktidarı tarafından imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesi adlı metinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimleri” reddediliyor. Esasen kadına karşı şiddeti önlemeyi hedef alan bu uluslararası sözleşmedeki “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” kavramları, LGBT tarafından referans olarak alınmaktadır.
İslami kesim Sözleşme’yi sürekli eleştiriyor ama iktidar sözleşmeden çekilmek gibi bir tavır ortaya koymadı.
Bugün AK Parti yöneticileri bu iki belgedeki imzaları için ne derler bilmiyorum ama Baro adına bildiri yazanlar Sözleşme’yi savunuyor.
Ankara Barosu adına yayınlanan bildiride hukuki metinleri hatırlatan, o metinlerdeki ifadelerle yetinen bir içerik olsaydı kimse bir şey demezdi.
SORUMLU DAVRANMAK
Diyanet Başkanı Ali Erbaş iktidara yakın duruşlarından dolayı çokça eleştiriliyor. Virüse karşı yardım kampanyalarındaki yanlı tavrını ben de çok yanlış, üstelik fıkıh kurallarına da aykırı buluyorum; ayrı bir konu…
Sözleşme’deki “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” kavramlarını savunanlar Türkiye’de vardır ama açıklama ve tavırlarından hiç biri Ankara Barosu adına yayınlanan bildirinin doğurduğu tepkiyi doğurmamıştı. Sebep, bildirinin dilidir.
Modern hukukta “incitici, rahatsız edici” açıklamalar da fikir ve iade hürriyeti içine girer. Bu konuda AYM’nin, Yargıtay’ın birçok kararı var…
Fakat konuşurken, yazarken sorumlu ve dikkatli davranmak da hem medeni hem ahlaki bir gerektir.
Hele de Baro gibi bir hukuk kurumu, bu medeni ve ahlaki sorumluluğu daha fazla hissetmeliydi.
Fakat bildirinin marjinal kaldığı, ana akım hiçbir kesimden tasvip görmediği açıktır. Dinimiz genel bir saldırı altındaymış gibi bir provokatif duygulardan da sakınmak gerekir. Dini değerlerin zayıflaması güç ve kazanç hırsı gibi faktörlerden geliyor.
Bu gerçek, samimi dini hassasiyeti olanların gözünden kaçmamalıdır.