Önce, İstanbul Sözleşmesi’ne Türkiye açısından son veren 3718 Sayılı CB Kararı’nı görelim, aynen şöyle:
“Türkiye Cumhuriyeti adına 31/5/2015 tarihinde imzalanan ve 10/12/2012 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. Maddesi gereğince karar verilmiştir.”
İstanbul Sözleşmesi Meclis’te “6251 sayılı kanunla uygun bulunmuş”, onaylanmıştı.
Karar’da ise sadece “Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan” Sözleşme’nin feshedildiği yazılı!
Ama Kararı böyle yazmakla, Sözleşme’yi “Meclis”in ve hem de “kanun” çıkararak uygun bulduğu gerçeği yok olmuyor.
YETKİSİZ KARAR
İstanbul Sözleşmesi Bakanlar Kurulu kararına dayansaydı “yürütme erki içinde” bir tasarruf olarak kalır, bugünkü sistemde CB Kararıyla yürürlükten kaldırılabilirdi. Halbuki Sözleşme, Anayasa’nın 90. Maddesine göre Meclis’in çıkardığı “kanun” onayına dayanmaktadır.
Üstelik aynı maddeye göre, Meclis’in onayladığı uluslararası sözleşmeler hakkında AYM’de iptal davası dahi açılamaz!
Meclis’in “kanun”la onayladığı, Anayasa Mahkemesi’nin de iptal edemeyeceği uluslararası bir sözleşmeyi Cumhurbaşkanı yürürlükten kaldıramaz.
Ama bir imza ile kaldırdı…
Nerede kuvvetler ayrılığı?!
Hukukçu Prof. Âdem Sözüer aynı gün attığı tivitte, bu hukuki gerçeği hatırlatarak şu açıklamayı yaptı:
“İstanbul Sözleşmesi yürütme tasarrufuyla feshedilemez. Yetki gaspıyla TBMM devre dışı bırakılamaz.”
ANAYASA’YA AYKIRI
Cumhurbaşkanı’nın bu kararını Danıştay Onuncu Dairesi 2’ye karşı 3 üyenin oylarıyla hukuka uygun buldu.
Cumhurbaşkanı, 2018 yılında kendisinin çıkardığı “9 Sayılı Kararname” ile kendisine uluslararası andlaşmaları sona erdirme yetkisi vermişti!
Halbuki Cumhurbaşkanı’nın Kararname çıkarma yetkisi “yürütme”yle ilgili konularla sınırlıdır. Anayasa’nın vermediği bir yetkiyi Cumhurbaşkanı Kararname çıkararak kendisine veremez.
Köşe yazısı çerçevesinde hukuki ayrıntıya girmiyorum.
Danıştay kararında ‘karşıoy’ yazan iki üye, Cumhurbaşkanının böyle bir yetkisinin olmadığını ayrıntılarıyla yazmışlardır.
Anayasa Profesörü Kemal Gözler, Danıştay’ın kararında önce CB’nin bu konudaki yetkisizliğini anlatan akademik bir makale yazdı. Danıştay kararından sonra da “İstanbul Sözleşmesinin Feshi Hakkında 3718 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı Üzerine Eleştiriler”ini yayınladı. Gözler’in bu önemli makalesini şu linkten okuyabilirsiniz: https://www.anayasa.gen.tr/ua-sozlesme-fesih.htm
SİYASİ YÖN
Genel Başkan Erdoğan’ın ilk dönemlerindeki kapsayıcı politikalar yerine son yıllarda sert muhafazakar politikalar izleyerek tabanını tutmak istediği biliniyor: 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi’ne öncülük eden ve bununla övünen Erdoğan… Ocak 2020’de İstanbul Sözleşmesini lanetleyen Erdoğan…
İktidara yakın kadın kuruluşu KADEM, uzun bildirisinde, İstanbul sözleşmesinin LGBT ile hiçbir ilgisinin olmadığını ayrıntılı olarak açıklamıştı. (31 Temmuz 2020)
Buna rağmen kampanya devam etti, taban motive edildi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 7 Ocak 2021’de Oğuzhan Asiltürk’ü ziyaret etti…
Bu ziyaretin, gelecek seçimlere dönük bir hareket olduğu belliydi. Ve, Asiltürk İstanbul Sözleşmesi’nin “kesinlikle kalkacağını”, bunu Cumhurbaşkanının kendisine söylediğini açıkladı. (28 Ocak)
19 Mart’ta da CB Kararıyla kaldırıldı.
Hem iktidarın taban motivasyonunu sağlamada hem Saadet’in iç işlerini etkilemede bir enstrüman olarak Sözleşme’nin kaldırılması AK Parti’ni işine yaradı
DEVLET VE PARTİ
Görüyor musunuz parti liderliği ile devlet başkanlığını birleştiren ve parlamentonun denetim yetkilerini kısıtlayan CB sisteminde parti çıkarı ile devlet politikaları nasıl karışıyor?
Bu siyasi sorunun hukuktaki karşılığı, kuvvetler ayrılığının zaafa uğramasıdır.
Bir parti genel başkanının, partisinin seçim hesaplarını gözetmemesi istenebilir mi? Parti liderliği ile devlet başkanlığı bir elde toplanınca, bu sorun önlenemez. Devlet kurumları bile siyasi kutuplaşmadan payını alır, öyle oluyor zaten.
Böyle devam edemeyiz. Türkiye anayasa hukukundaki kuvvetler ayrılığını ve siyasi hukuktaki parti ve devlet ayrılığını güçlendirmek zorundadır.