Osman Bölükbaşı ile ilgili yazımda onun basın hürriyeti ve yargı bağımsızlığı konusunda 1956’da yaptığı bir konuşmadan bahsetmiştim.
Birçok okuyucum konuşmayı burada yayımlamamı istedi. Çok uzun olduğu için ana hatlarını yazacağım.
Demokrat Parti, Tek Parti istibdadını eleştirerek ve hürriyetleri savunarak iktidara gelmiş, ilk işi Temmuz 1950’de özgürlükçü bir basın kanunu çıkarmak olmuştu. Fakat zamanla eleştiriler artınca Menderes Hükümeti, Tek Parti devrinde Recep Peker hükümetinin çıkardığı otoriter basın kanuna benzer bir tasarıyı 1956’da meclise getirmişti.
Tasarıyı hazırlayan, Adalet Bakanı Hüseyin Avni Göktürk, hukuk profesörüydü!
6 Haziran 1956; Kırşehir milletvekili ve CMP lideri Osman Bölükbaşı kürsüdedir; Meclis zabıtlarından aktarıyorum…
EN ÖNEMLİ ÖZGÜRLÜK
Bölükbaşı evvela basın hürriyetinin önemini anlatır. Amerikan anayasasının mimarlarından Thomas Jafferson’un şu sözleri nakleder:
«Bana parlamento müessesesi mi , adalet müessesesi mi, yoksa basın hürriyeti mi diye sorsanız , size basın hürriyetini tercih ediyorum diye cevap veririm. Eğer basın hürriyeti olursa, o memlekette parlamento da kurulur, adalet de tesis edilir, dürüst seçimler de yapılır, suistimallerle de mücadele edilir ve her şey yerine gelir. Fakat basın hürriyeti olmayan bir memlekette bunlar mevcut olsalar dahi orada ne parlâmentonun mevcudiyetinden ne seçim hürriyetinden ne vatandaş haklarından bahsetmek mümkündür. Basın hürriyeti olmayan memleketteki devlet bir kabile devleti olmaktan ileri gidememiştir.» (Zabıt, s. 111)
Tek Parti devrinde basının nasıl bastırıldığını hatırlatan Bölükbaşı, DP’nin de otoriterleşme yoluna girdiğini belirtir; sözleri aynen şöyledir:
“İbret alınmadığı için tarih tekerrür ediyor sözünü hatırlamamak mümkün değildir.” (Sf. 112)
BÖLÜKBAŞI HATIRLATIYOR
1946-50 arasında çok partili hayata geçiş sürecinde belirli kanunlar demokratikleştirilmişti. Başbakan Recep Peker dönemi bir istisnadır. 1946’da Recep Peker yasakçı bir basın kanunu çıkarmış, o zaman bunu en çok Menderes eleştirmişti.
Haziran 1956’da Osman Bölükbaşı, Recep Peker’in o kanunuyla DP’nin Meclis’e sevk ettiği kanunundaki suç tanımlarını teker teker mukayese eder. Mesela:
“Recep Peker’in tasarısından ‘müphem ve kötü zannı davet edebilecek mahiyette yayınlar’ kavramı aynen alınmıştır. Buna ‘kötü niyetle… özel maksatla… küçük düşürmeyi hedef tutan… itibara tecavüz eden yayınlarda bulunmak’ gibi yeni unsunlar ilave edilmiştir…”
Yani eskisinden daha da ağırı…
Bölükbaşı, Menderes’in 1946’da o tasarıyı eleştirmek için söylediği sözleri zabıtlardan okumaktadır:
“Vatandaş hürriyetine saygı göstermek, millet ve devlet menfaatlerine hizmet etmek gibi’ tâbirler altında hükümete muhalefet etmekte olan gazeteler dize getirilmek istenmektedir.”
Bölükbaşı, hükümet sıralarına seslenmektedir: “Bunu söyleyen Menderes nerede?”
Otoriter Celal Bayar’ın etkisinden çıkamayan Menderes döneminde Bölükbaşı hapislere de girecektir:
DP iktidarı Bölükbaşı’yı, Ali Fuat Başgil’i, Sıtkı Yırcalı gibi hür düşünceli milletvekillerini dinleseydi tarih başta türlü cereyan edebilirdi.
VE ADALET BAKANI…
Bölükbaşı, son olarak yargı bağımsızlığına değinir. Abdülhamid’in Adalet Bakanı Abdurrahman Nurettin Paşa’nın onurlu davranışını hatırlatır. İzzet Molla’dan bir beyit okur; beyitte geçen “müdâhane-i âliman”, bilginlerin şakşakçı olması demektir. İşte Bölükbaşı’nın o gün zabıtlardaki son sözleri:
“Sözlerimizi Şair İzzet Molla’nın bir beyti ile bitireceğiz:
Mâruftur ki zülm ile cihan olmaz harap
Eyler onu müdâhene-i âliman harap
Bunu da profesör Adliye Vekilimize hediye ediyoruz.” (Sf. 117)