Bilim tarihi, tarihin çok önemli bir kolu… Bizde siyasi tarih kadar gelişmemiştir. Kurucu isim olarak merhum Adnan Adıvar’ı zikredebiliriz. Adıvar’ın “Osmanlı Türklerinde İlim” adlı eseri uzun yıllar temel kaynak olarak kaldı.
Fakat Adıvar’ın kitabında tabii olarak bazı eksikler vardı. Bu yüzden her öncü eserde olduğu gibi bazı yanlış sonuçlara varmıştı.
Bunu düzelten Osmanlı döneminde bilim hayatını ve sorunları doğrudan arşiv belgelerine dayanarak yeniden yazan, Ekmelettin İhsanoğlu oldu. Bugün bilim tarihinin Osmanlı döneminde dünyada bir numaralı tarihçi, İhsanoğlu’dur.
OSMANLILARDA BİLİM
İhsanoğlu özellikle IRSICA’da yıllarca süren şahsi ve ekip çalışmalarıyla, Osmanlı kütüphanelerindeki bütün kitapların tam bir dökümünü çıkardı. Bunları “Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi” ve astronomi, mimari, kimya… literatürü tarihleri olarak ciltler halinde yayınladı. Her bir kategorinin ilik cildi, değerlendirme niteliğindedir.
Modern ilimlerin anahtarı matematiktir. Bu açıdan baktığımızda görüyoruz ki, siyasi amaçla, yani toplum düzenini sağlamak için belli bir akaidi yerleştirmek ve devlet için fıkıh uleması yetiştirmek için kurulan Nizami Medreseleri geleneğinde matematik ihmal edilmiştir. İhsanoğlu’nun “Matematik Literatürü Tarihi”inde öğreniyoruz ki, birçok medrese vakfiyesine “felsefiyat tedris olunmaması” şartı ilave edilmişti. (sf. XXXVIII)
Ekmel Hoca aynı eserinde 19. Yüzyılda bizde modern matematiğe ve bilimlere dair ilk defa Türkçe eserler matbaada basılmaya başlanmıştı. Bizde 19. Asra kadar logatirma konulu tek kitap basılmamıştı!
BİLİMİN NERESİNDEYİZ?
İhsanoğlu’nun dünya bilim tarihine büyük katkılarından biri, bir Müslüman imparatorluk olan Osmanlı’ya modern bilimlerin girişini, karşılaştığı sorunları ve başarıları ayrıntılı araştırmış bilim insanı olmasıdır. Bu açıdan iki büyük cilt “Darülfünun” adlı kitabının henüz emsali yayınlanmamıştır. (IRCICA Yayınları)
Onun iki cilt “Osmanlı Bilim Mirası, Oluşu, Gelişimi ve Meseleri” adlı eseri bilhassa önemlidir. (Yapı Kredi Yayınları) Bu kitapta Fatih reformunu, Taküyiddin rasathanesinin uğursuzluk korkusuyla top atışları altında tahrip edilmesini, Japonya’daki Meiji reformuyla bizim modernleşmemizin mukayesesini, bizde Fen Fakültesi’nin açılmasının 1900 yılına kadar gecikmesini muhakkak okumalısınız.
Şu hazin satırları oradan aktarıyorum:
“Rusya’da Osmanlı’dan bir asır önce sistematik olarak başlayan modern bilimi kurma gayretleri, Batı Avrupa ülkelerinden ithal edilen yüksek seviyeli âlimlerin çalışmalarıyla modern bilimin araştırma ve inovasyona yani yeni bilgi üretme, keşfetme usul ve geleneklerinin yerleşmesine yol açmıştır. Halbuki Osmanlı modernleşmesi, Ortaçağdan beri gelen bilgi birikimi ve işlemekte olan kurumları sebebiyle farklı mecrada seyretti.” (cilt I, s. 253)
21. YÜZYILDA
İhsanoğlu’nun son eserleri “Fenler Evi”, “Osmanlı Modernleşmesinde Son adımlar” ve “Medreseler Neydi, Ne Değildi?” adlarını taşıyor. Öğrenmeye değmez mi demeyeceğim, öğrenmemiz şart değil mi?
21. Yüzyılda, 12 bin akademisyeni yurt dışına gitmiş bir ülke olarak “Türkiye Yüzyılı” hamasetiyle avunabilir miyiz? Avutulmalı mıyız?!.
Asıl beka meselesi budur.
BİLİM ÖDÜLÜ
TÜBA İhsanoğlu’nu “Akademik çalışmaları ile seçkin bilim insanlığını” dikkate alarak “Türkiye Bilimler Akademisi’ne Şeref Üyesi” olacak seçti. Bu konuda eski YÖK Başkanı Yekta Saraç’ın katkılarını zikretmek isterim.
TÜBA yöneticisi akademisyenler İhsanoğlu’nu evinde ziyaret ederek şeref üyeliği belgesini kendisine tevdi etmişler.
Güzel de böyle mi olmalıydı? Bir emsali var mı? Bu ne ürkeklik? TÜBA’da veya İstannbul’da herhangi bir akademik mekânda tören düzenlemek, İhsanoğlu’nun bilim tarihçiliğindeki yeri hakkında bir tebliğ sunmak ve kendisinin de bir konuşma yapmasını temin etmek hem daha layık, hem akademi geleneğine daha uygun olmaz mıydı?
Siyaset, bilimi bu kadar çekingen yapamamalıydı.
İhsanoğlu’nun Erdoğan’a karşı adaylığı bütün hayatındaki kısa bir parantezdi. Onun esas vasfı bilim tarihçiliğindeki yeridir. Benim için önemli olan da onun bu vasfıdır.