YÖK üniversite sınavlarında baraj puanını kaldırdı. Bütün kamu kurumlarında görülmekte olan ‘sadakatin liyakati ezmesi’ bu kararla akademik hayata bir darbe daha indirdi.
WEF’in (World Economic Forum) 2020 “Rekabet Raporu”nda Türkiye’nin alt yapı puanı 67.1’dir ve iyidir, eğitim puanı ise 39’dur ve utanç vericidir. Endonezya’nın eğitim kalitesi bizden 10 puan yüksektir, 49 puandır.
Bu tablo, maliyeti ve verimliliği tartışmalı muhteşem limanlara, köprülere, havalimanlarına, gökdelenlere kaynak akıtırken eğitim ve bilimde dünyadaki gelişme hızının çok gerisinde kaldığımızı da gösteriyor.
YÖK, baraj puanını kaldırmakla liyakat ve kaliteyi popülizme feda etti.
YÖK NEREYE?
Üniversite kalitesi deyince Türkiye’de akla gelen ilk isim, Prof. Ural Akbulut’tur. URAP (University Ranking Academic Performance) koordinatörü Prof. Akbulut şöyle diyor:
“Türkiye’de üniversite sayıları çok arttı ama yeterince kaliteli öğretim üyesi yetiştiremedik. Dolayısıyla yeni kurulan üniversitelerin pek çoğunda eğitimin kalitesi düşüktü. Baraj kaliteyi bir nebze koruyordu… Barajın kalkmasıyla bunların önemli bir bölümü de mezun olacak. Böylece ülke tamamen liyakatsiz, kendi konusuna hakim olmayan insanlarla dolacak.”
Prof. Akbulut “Yekta Saraç Bey zamanındaydı bu barajlar konulmuş, çok doğru kararlar verilmişti” diyor. Yurt dışına lisans ve lisans üste öğrence göndermedeki düzenlemeler gibi…
YÖK eski Başkan Vekili Prof. İsa Eşme’ye ortaya çıkacak tabloyu anlatıyor: “Rastgele işaretlenen 8 sorudan 2 doğru sonuç çıkacağına göre, soruları okumadan bile bir aday 0,5 net soru çözerek önlisans ve lisans programlarına yerleşme hakkı kazanacaktır!”
Prof. Eşme bütün akademik sistemin kalite kaybedeceği uyarısında bulunuyor:
“Baraj puanının kaldırılmasıyla sınavsız geçiş, lisans programlarını da kapsayacak şekilde yeniden getirilmiştir. Gerek yükseköğretimde gerekse ortaöğretimde yol açacağı tahribat daha büyük olacaktır.”
Prof. Eşme soruyor: “Kaliteyi sağlamak için, dönemin YÖK Başkanı Sayın Yekta Saraç’ın gayretleriyle 2016 yılında sınavsız geçiş uygulamasını kaldıran, Tıp, Hukuk, Mühendislik, Öğretmenlik gibi alanlar için başarı sırası barajı getiren YÖK, şimdi, nasıl oluyor da Yükseköğretimde kaliteyi yok edecek böyle bir uygulamaya evet diyebiliyor?”
KALİTE YERİNE KALABALIK
Şu soruyu her alanda hepimiz sormalıyız: Niye hep kalite aleyhine, kalabalık lehine kararlar alınıyor, atamalar yapılıyor, kurallar değiştiriliyor?
Ben şunu da sorarım: Yekta Saraç neden süresi dolmadan görevden alındı? Saraç’a baraj kaldırtılabilir miydi?
Sınav barajının kaldırılması TÜİK istatistiklerine işsizliğin azalması olarak geçebilir; pek çok genç “işsiz” olmaktan çıkıp “öğrenci” olacak…
Siyaset de övünecek; şu kadar milyon üniversite öğrencimiz var!
Bilimsel yayınlarda niye İran’ın gerisine düştük?! Dünyada ilk 500’e giren üniversitelerimize ne oldu? Boğaziçi’nin başına gelenler, Şehir Üniversitesi’nin kapatılması, dünyada örnekleri var mı bu vak’aların?
Ve dünyada milli gelirini yedi yılda 13 bin dolardan 8 bin dolara düşüren bir ülke var mı?
KAÇ ASIR?
Matbaada, okuryazarlıkta, üniversite kurmada kaç yüz yıl geciktik, kaç asır kaybettik hiç düşündük mü?!
Bilim tarihçisi Ekmelettin İhsanoğlu’nun “Osmanlı Modernleşmesinde İlk Adımlar” adlı kitabında okudum. (Ötüken Yayınları)
İlk Türk matbaasının kurulmasından 1839’da Tanzimat’ın ilanına kadarki 112 yılda toplan 28 fen kitabı basmışız, evet sadece 28 tane!
Tanzimat devrinde, 1840-1876 arasındaki 36 yılda bu sayı 242’ye çıkmış!
Modernleşmenin zorluklarını bu yöndeki idealistçe gayretleri görmek için İhsanoğlu’nun bu kitabını tavsiye ederim.
Fakat hiç unutmayalım. Biz 19. Yüzyılda Tanzimat döneminde modern bilimle tanışmaya çalışırken, Descartes’ın “Metot Üzerine Konuşma”sı 1637 yılında matbaa da basılmıştı… Newton’ın “Principia Mathematica”sı 1687’de matbaada basılmıştı.
Milyonlar okuyordu…
Bizde İbn Rüşd’ün felsefeyi savunan “Tehafüt”ünden İstanbul kütüphanelerinde sadece 4 nüsha el yazması vardı, Avrupa’da yine matbaalarda basılıyor, kürsülerde tartışılıyordu!
Hazin olan, 21 yüzyılda popülizme karşı bilimi ve üniversite özerkliğini savunma zorunda kalmaktır.