Bir süredir 1946-1960 dönemindeki ‘otoriter demokrasi’ sorunlarımız üzerine çalışıyorum:
Yani kuvvetler birliği ilkesinin yol açtığı sorunlar…
Birinci sıradaki kaynaklar tabii meclis zabıtlarıyla dönemin basını.
Gazeteleri tararken 26 Temmuz 1947 günlü Vatan gazetesinde “Arap ve Yahudilerin Yaşayış Tarzı” başlıklı bir röportaj gördüm. Dönemin önde gelen dış politika yazarlarından Faruk Fenik, BM Soruşturma Komisyonu ile Filistin’ne gitmiş, gözlemlerini yazıyordu.
Henüz İsrail devleti resmen kurulmamıştı, yaklaşık bir yıl vardı.
Faruk Fenik’in yazısındaki alt başlık şöyleydi:
“Filistin tahkik komisyonu, bu işe bir çare bulamazsa sade Filistin karışmayacak, bu iş dünya için de bela olacak.”
Fenik’in bu öngörüsünden başka, yazısındaki sosyolojik gözlemler fevkalade önemli; hatta diyorum ki, geçmiş asırlara ve 21. Yüzyıldaki toplumsal sorunlara da ışık tutuyor.
İKİ AYRI ÇAĞ
Faruk Fenik, Birinci Dünya Savaşı sonundan itibaren Filistin’e göçen Yahudi toplumunu şöyle anlatıyor:
“Nesiller boyunca Almanya’da bulunmuş, Alman kültürünü benimsemiş, Alman tekniğiyle teçhiz olunmuş ve tam 20. Asrın adamı… Çalışmasını bildiği kadar eğlenmesini ve yaşamasını da biliyor…”
Araplara gelince başka bir çağda yaşıyorlardı: Tarihen istibdatlar altında ezilmiş, “arzla rabıtası”, yani dünya ile bağlantısı “bir hırka bir lokmadan ibaret” kalmış kitleler:
“Arap gününü gün etmeye bakıyor. Sırtında bir entari, ekseriya yalınayak, sefil ve perişan… Yahudi ise bugününde emin, geleceğini garantilemeye çalışıyor.”
Bu noktada okurlarıma Sabri Ülgener hocamızı hatırlatmak isterim. Merhum Ülgener, “Orta Çağ zihniyeti”nin özelliklerini anlatırken “gelecek kaygısızlığı, günü gününe yaşama, zaman kayıtsızlığı” gibi nitelemeler yapıyordu. Fenik’in tespitleri de aynen böyle değil mi? (İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, sf. 65-69)
Mehmet Akif de şöyle diyordu: “Ne hükmü var ki, esasen yalancı dünyanın? / Ölürse yan gelecek cennetinde Mevlâ’nın.”
FABRİKA VE NARGİLE
Faruk Fenik’in gözlemlerine devam edelim, bilhassa endüstriyel zihniyet bakımından şu tespiti çok dikkat çekici:
“Birinde fabrika, tezgah, dinamo çalışıyor… Değerinde ise nargile fokurdatılıyor. Haşhaş çekiliyor, kahve falına bakılıyor.”
Bu akıl almaz farkı tanımlamak için ilave edilecek bir taraf var mı? Var! Eğitim:
“Birisinde mektep, üniversite, hastane, klinik ve envaı çeşit laboratuvarlar var. Diğerinde ise iptidai mektepler parmakla gösteriliyor…”
Bu noktada okurlarıma başka bir kitabı hatırlatacağım: David Fromkin’in eseri; ben orada okudum…
Birinci Dünya Savaşı’nın sonu, İngiltere’nin evanjelik başbakanı Lloyd George Filistin’e Yahudi nüfus yerleştirmek istiyor. Fakat 600 bir Arabı zar zor besleyen o çorak topraklar yüzbinlerce göçmeni besleyebilir miydi?
Filistin’e önceden gitmiş olan Yahudi bilim ekibi araştırmalar yapıyordu. Aaron Aaronsohn’un bilim ekibinden tarım mühendisleri çorak arazide ürün verecek bir yabani buğday türünü Hermon dağı eteklerinde bulmuşlardı, “ıslah edilerek milyonları besleyebilir”di. (Barışa Son Veren Barış sf. 143)
Bu bilimsel keşif üzerine göç hızlanacaktı.
Faruk Fenik de yazmıştı; “Yahudiler burayı Araplardan yok fiyatına, bir taş, kaya parçası olarak almışlar”, tarım yapıyorlardı!
SÖZE NE HACET
Artık söze hacet var mı? 1948’den itibaren Araplar bütün savaşları kaybettiler. İsrail’in arkasında Amerika gibi korkunç bir dev vardı ama teknoloji kullanarak üretenler ve savaşanlarla üretemeyenler ve savaşamayanlar arasındaki çarpışmalarda hep birinciler galip geldi.
Bütün tarihin de özeti bu değil mi?
Zihnen ve siyaseten aşiret düzeyinde kalmış olmak Arapların genlerinden gelen bir kusur değil, tarihten çıkıp gelen sosyolojik bir sorundur.
Gelişme farkı adalet duygumuzu yok etmemelidir.
Araplar büyük coşkularla, canlarını feda ederek hem Arap milliyetçiliğini hem siyasal İslamı denediler; olmadı.
Şimdi önlerinde başka bir yol var: Bilim ve hukuk; ve bu zeminde özgürlüğün, yaratıcılığın, toplumsal dinamizmin gelişmesi.
Kısaca, “gelişmiş toplum” olma cehdi.
Artık belli ki milletlerin sadece güç ve refah seviyesi değil onurları da buna bağlı; bilim ve hukuk.