Altılı Masa’da açığa vurulan veya vurulmayan sorunların yaşanması bir bakıma kaçınılmaz. Nihayet birbirine rakip altı parti… Sorunlar erken konuşulur ve çözülürse hem seçime düzgün bir görüntüyle girerler, hem iktidara gelirlerse yüklenecekleri çok ağır sorunlar konusunda önceden uzlaşmış, yol haritalarını hazırlamış olurlar.
Ülkenin buna ihtiyacı var.
“Kılıçdaroğlu’nun vebali” başlıklı yazımda, seçim kazanılırsa bunun bir CHP iktidarı değil Altılı Masa iktidarı olması ve “her türlü partizanlığı bırakıp idealistçe, vatanseverce” davranarak reformlara girişmek gerekeceğini yazmıştım.
Aksi halde partiler arasındaki gerilimler, seçimleri kazansalar bile iktidarda çok daha büyür. Bunun kanıtı tarihimizdeki kavgalı koalisyonlardır. Bundan sakınmak, tedbirlerini önceden almak gerektiği açıktır.
‘MASA NOTER DEĞİL’
Sadece İYİ Parti değil, görüştüğüm Gelecek ve Deva Partililerde de CHP’den yükselen bazı dayatmacı açıklamalara, parti sözcülerinin TV’lerdeki konuşmalarında ortaya koyduğu ‘üsttenci’ tavırlara tepki vardı.
İktidar olunursa ülkenin nasıl yönetileceğini, yönetimde Masa’nın rolünü belirleyen “yol haritası”nın ve düşünülen reformların ana hatlarını belirtecek “program”ın gecikmesi de rahatsızlık yaratıyordu.
CHP Genel Başkan Yardımcı Bülent Kuşoğlu’nun “Kılıçdaroğlu aday olmazsa masa dağılır” diye konuşması bardağı taşıran damla oldu.
Meral Akşener’in, Fatih Altaylı’ya yaptığı açıklamadaki şu cümlesi, her şeyin özeti gibidir:
“O masa noter değildir! Kemal Bey adaylığını söyleyebilir, orada sorun yok. Diğer arkadaşlarımız da söyleyebilir, başka insanların da adı gelebilir. Tartışılır, karar verilir.”
Akşener’in sözleri yeniden bir sağ-sol gerilimi midir? Hayır değildir, iktidar olunursa nasıl davranılacağına dair bir etik endişesinin ifadesidir. Cumhuriyet’de Orhan Bursalı’nın yazdığı gibi, “Partiler masada eşittir diyeceksin, ama Kılıçdaroğlu’nun peşinen onaylanmasını isteyeceksin. Şüphesiz ki etik değil.”
Etik olmadığı için de güven sarsıcı.
“HÜRRİYET MİSAKI’
Akşener, CHP içinden veya dışından köşe ve ekranlarda yapılan bu tür açıklamaları “keşmekeş” olarak niteledi. Böyle bir görüntüyle, AK Parti’den kopmuş merkez sağ ağırlıklı seçmen kitlesine güven vererek seçim kazanmak mümkün olmaz zaten.
Bilhassa tepki çeken iki tavır: Biri HDP’yi Masa’nın 7. bileşeni haline getirmek isteyenlerin İYİ Partiyi hedef alması… Öbürü laiklik konusunda 28 Şubat dili…
Halbuki asıl teröre karşı mesafe koyamadığı ve işbirliği yapılabilir bir ‘Türkiye partisi’ haline gelmediği için HDP’yi eleştirmek lazımdı. Dahası, HDP’yi 7. bileşen gibi gösteren bizzat Erdoğan’dır, amacı da belli.
Din ve vicdan hürriyeti konusunda da artık devrim tarihine değil, evrensel hukuka bakmak gerektiği de apaçık bellidir.
Bugünkü otoriter iktidar hakkında Akşener’in “1938’ler ve 1945’lerin Türkiye’sindeyiz” diyerek “Hürriyet Misakı” vurgusu yapmasını önemli buluyorum:
“Nasıl DP 1947'de Hürriyet Misakı yayınladıysa, bugün Altılı Masa o Hürriyet Misakı'nın bir görüntüsü, parçasıdır.”
1947’deki Hürriyet Misak’ı Türkiye’ye büyük ufuk açmış ama onun yerini sonradan güç zehirlenmesinin alması da facialara sürüklemişti.
ALTILI MASA’NIN İŞİ?
Önümüzdeki şartlar fevkalade ağırdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan hâlâ hem “faizi daha da indirmek”ten, yani TL’nin değerini düşürmekten hem de “enflasyonla mücadele”den yani TL’nin satın alma gücünü artırmaktan bahsediyor!
Bozulmuş makro dengeler, tüketilmekte olan kamu kaynakları, 25 milyar dolar net rezerve karşılık 180 milyar dolar kısa vadeli borç ödemesi, faizi ana parayı geçen borç dağları, dış politikada Yunanistan’a cüret veren yalnızlık…
Seçimi kim kazanırsa bu çok ağır sorunları üstlenecek. Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980 reformları gibi, Kemal Derviş’in 14 Nisan 2001 reformları gibi bir reform fikri sadece Altılı Masa’da var.
Altılı Masa sıradan bir koalisyon gibi değil, Türkiye’yi ağır krizden çıkarmak ve normal “eksen”ine tekrar yerleştirmek için ahdetmiş belirli süreli bir reform ekibi gibi davranmak zorunda.
Aday kim olursa olsun, asıl yönetim tarzı ve programda uzlaşarak başarmaya mecburlar. Ahlaki ve vatani bir mecburiyet...