Abdülhamit döneminde 1881 yılında Düyunu Umumiye (Kamu Borçları) adıyla yabancıların yönetiminde bir müessese kurulması iktisat tarihimizin en önemli ve ders verici konularından biridir.
Mahfi Eğilmez’in “II. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin İflası” adlı yazısı büyük ilgi gördü. Tarihte kalmış bu olayın bugünkü kriz ortamında böylesine ilgi çekmesi tabiidir.
Türkiye bugün elbette o durumdan uzaktır ama “kriz” kavramı açısından yine de alınacak dersler çoktur. Cumhuriyet devrindeki 1979, 1994 ve 2001 krizlerini de hatırlamak ve ders almak gerekmektedir.
DÜYUNU UMUMİYE
Sanayileşmiş Avrupa karşısında Osmanlı, 1852 yılında Avrupa piyasalarında tahvil satarak borçlanmaya başlamıştı. Ancak aldığı borçları verimli yatırımlarda kullanamadığı için, ödeyemez hale düşmüştü. Abdülhamit 1881 yılında “moratoryum” ilan etmiş, alacaklılarla masaya oturarak, devletin 6 kalem vergisinin toplanmasını borçlara karşılık olarak “Düyunu Umumiye İdaresi”ne devretti.
Bu güvenceyi verince Osmanlı borçlarının faizleri yüzde 12’lerden kademeli olarak yüzde 4’e kadar inecekti. “Risk primi” azalmıştı çünkü.
Devlet asayişi sağlamakta bile zaaf halinde olduğu için, Abdülhamid 1903 yılında Rumeli’de İtalyan General Di Giorgi Paşa (Emilio Degiorgis) kumandasında yabancı bir jandarma gücü kurulmasını da kabul etmişti.
Bugün ‘devleti İttihatçılar yıktı’ propagandası zırvadır. İttihatçıların hataları ayrı bir konu, devleti yıkan asıl faktör, bilim ve sanayi devrimlerini kaçırmasıydı. Osmanlı’nın mali iflasa sürüklenmesi ve aldığı borçları verimli kullanamayışı da bulunla ilgilidir. Türk dostu tarihçi Justin MacCarty “Türkler iktisat bilmiyorlardı” diye de yazar.
Evet şairler, edebiyatçılar, siyasetçiler, hukukçular, maarifçiler, kumandanlar… Ama iktisatçılarımız? Bu konuda Prof. Ahmet Güner Sayar’ın “Osmanlı İktisat Düşüncesinin Modernleşmesi” adlı kitabını önemle tavsiye ederim.
KRİZLER REFORMLAR
Türkiye’nin ekonomide üç asırdır müzmin sorunu, sanayileymiş bir ülke olmadığı için daima dış ticaret açığı vermesi ve bunun da döviz krizlerine yol açmasıdır. Hükümetlerin popülist politikaları da enflasyonu körüklemektedir.
1979 krizi böyleydi; Özal’ın reformları Türkiye’yi düze çıkarmıştı.
1994 Krizi böyleydi. Sorun yine döviz krizi, popülist politikalardı…
2001 krizi böyleydi; Ecevit hükümeti döneminde Kemal Derviş’in reformlarıyla Türkiye büyüme yoluna girecek ve AK Parti bunu on yıl süreyle devam ettirecekti.
Özelikle 2014 civarından itibaren Erdoğan hükümetleri büyümede sanayiden çok rant ve tüketime öncelik verdi. Bunu 2019 Temmuz’unda kendilerinin çıkardığı 11. Kalkınma Planı açıkça yazmaktadır. (Paragraf 130 ve 131)
Düyunu Umumiye ve krizler tarihimiz konusunda benim “Laf Dinlemedi…” adlı kitabıma bakabilirsiniz.
KRİZE DOĞRU
Merkez Bankası eski başkanı Erdem Başçı, daha 2014’te “mümkünse tüketerek değil üreterek büyüyelim” diye uyarmıştı. (16 Haziran 2014)
Bugün siyasetin dilinde “mandacı iktisatçılar” diye suçlananlar böyle yıllar önce uyarılarda bulunmuşlar ama dinleyen olmamıştı.
Faizi baskılayıp ucuz kredilerle borçlanarak tüketimi attırmak oy getiriyor ama sonunda kriz yaratıyor. Merkez Bankaları bütün dünyada bunu önlemek için bağımsızdır!
Bizde de Merkez Bankası’nın baskılanmasıyla ekonomik göstergelerdeki bozulmalar el ele gitti.
Sonuç belli: Tarihte olduğu gibi yine döviz yetersizliği, enflasyon, kabaran “kamu borçları” ve yine kriz. Bugün Türkiye’nin dış borçları 450 milyar dolardır ve Hazine yüzde 8 faizli dolar borçlanması yapıyor!
Risk primimiz 700’ü geçti!..
İKTİSADİ RASYONELLEŞME
Bugün geldiğimiz noktayı Merkez Bankası eski Başekonomisti Prof. Hakan Kara şöyle anlatıyor:
“Artık bütüncül bir programla desteklenmeden faiz tek başına çözüm olmayabilir ama bunun nedeni faizin etkisiz olması değil, gereksiz ısrarla egzozun uzun süre tıkalı tutulmasıdır."
Bütüncül program, yani 1980’de Turgut Özal’ın “24 Ocak Kararları” gibi, 2001’de Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programı gibi esaslı bir iktisadi rasyonelleşme paketi… Birinci maddesi elbette Merkez Bankası’nın liyakatli iktisatçılarla donatılması ve yeniden bağımsızlaştırılması…
Hamaset tarihe bakarken de günümüze bakarken de aklın gözlerini perdeliyor; tarihten ders almamızı da bugün rasyonelleşmemizi de engelliyor.
Son 6-7 yılda İktidar doğru yolda olsaydı ülke bu hale gelir miydi?