Anderson’un bol ödüllü filmi “Kan dökülecek” Upton Sinclair’in “Oil” isimli romanından bir uyarlamaydı. Yine haklı şöhretini mimlediği filmleri Magnolia ve Master’ın senaryoları da kendisine aitti. Hatta Magnolia tıpkı Haneke’nin “Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası” (71 Fragmente einer Chronologie des Zufalls) filmindeki gibi muazzam bir kesişme, rastlaşma öyküsüydü.
Ancak 2015 senesinde Anderson “Junun” ile kurgu dışı alana kendisinden de beklenildiği gibi sağlam bir adım attı. Uzun zamandır film müziklerinde iş birliği içinde olduğu Radiohead gitaristi Jonny Greenwood’la birlikte büyülü bir yolculuğa çıktı. Dünyanın en iyi 100 gitaristi arasında ismi kazınmış Greenwood’un sıra dışı müzikal yolculuğuna şahitlik etmek istedi. Ortaya daha önce örnekliğine pek de rastlanmamış bir belgesel çıktı.
İngiliz rock gitaristi Greenwood uzun zamandır bir dizi uluslararası sanatçıyla albüm yapmayı hedefliyordu. Kuzeybatı Hindistan’daki Rajasthan’da, 15. yüzyıldan kalma bir orta çağ yapısı olan Mehrangarh Kalesi’ne Jodhpur Mihracesinin onayıyla davet edildiler. İsrailli Shye Ben Tzur, Rajasthan Express isimli Hindu grup, Jonny Greenwood, yerel müzisyenler ve şarkıcılar...
Ayrı kıtalardan gelmiş müzisyenler, sesler ve enstrümanlar bir orta çağ kalesinde nasıl bir müzik ruhuna erişecekler ve müziğin herkesin bildiği fakat çok az kişinin konuşabildiği o ortak diline nasıl ulaşacaklardır? Sanatsal iş birliğinin yakın dostluğunu ve hayal gücünü yakalayan sonik, görsel ve duyusal bu deneyim bize nasıl aktarılacaktır?
Elbette bu yolculuğun Hindistan’da olmasının özel birtakım sebepleri vardı. Transandantal Meditasyonun kurucusu, ünlü guru Maharishi Mahesh Yogi öğretileriyle Beatles grubuna ruhani liderlik yapmıştı. Hatta kendisinin dünya çapında meşhur olma nedenlerinden birisi de Beatles’in kendisinden böyle bir tecrübe edinmesiydi.
Greenwood da Radiohead gibi bir grubun en önemli payandalarından birisi olarak Beatles’ın izinden gitme fikriyle bu yolculuğa çıkmıştı. Fakat yönetmen gitarist için belgeselde bu fikirden daha bağımsız ve sürükleyici bir portre çizdi.
Fonda tarihi bir eserin dokusu değil, doğu ve batı, insan ve doğa, geçmiş ve gelecek, Allah ve kulu arasındaki o uyumlu diyalog melodiler eşliğinde büyük bir vahdetle anlatılıyordu.
Belgeselin arka planında en ince sesleri dahi hafızaya alan birisi vardı. Radiohead’in kayıt mühendisi, “grubun 6. Üyesi” lakaplı, Grammy ödüllü Nigel Godrich de mekandaydı.
İç ve dış mekân arasındaki senkronizasyon davulcu ve şarkıcıların yanında başlayan, ardından hızla kalenin pencerelerinden dışarıya doğru uçan çok sayıda çekimle aktarılıyordu. Tıpkı Asya’da Qawwal müziğin ruhu gibi saçılmış eklektik müzik ve onun hayat bulduğu ruhlar arasında bir akrabalık olduğunu gösterir gibi… Aynı zamanda ilham denen perinin ya da meleğin zaman zaman ortaya çıkması gibi…
Filmde çoğu zaman yükselen enerji kayıtların durmasına yol açıyordu. Tıpkı Ümmü Gülsüm’ün kimi zaman şarkının ağırlığına dayanamayarak orkestrayı durdurması gibi… Kendi mistik deneyimini bu sayede edinen müzisyenlere şahit oluyorduk. Kamaicha çalan müzisyenin göz kapaklarının ağırlaştığını, sanki hipnoz olduğunu hissettiğimiz o sahnede mesela…
Hakkında çok da reklam yapılmayan, hiçbir derin bilgi verilmeyen, röportaj ve diyalogların asgari düzeyde tutulduğu “Junun”, tüm anlam ve duyguların tamamen müzikle sergilenmesinden, müziğin içine gömülmesinden elde edilen deneyimsel bir belgeseldi Junun…
Dünyanın en meşhur gitaristi aynı amaç uğruna bir araya gelen yetenekli insanlardan oluşan zincirin yalnızca bir halkası olarak, arkada gitarını çalan, kenarda bir figür olmaya devam ediyordu. Bulmak istediği de göstermek istediği de kendisi değil, müziğiydi. Bu bir doyum haliydi elbette. Bizim sanatta da siyasette de alışık olmadığımız bir kavram.
İşte “Junun” müziğini hem kültürüne hem de tarihine bağlayan bağları çok iyi düğümlemiş bir film olarak tarihe yazıldı. Kalenin çatılarında atalarıyla aynı şekilde şahinleri besleyen adamın yer aldığı kısa sahne, ikinci el edindiği enstrümanla kaleye gelen yerel bir müzisyen, yokluğun zirvesindeki yetenekle dünyanın zirvesindeki yeteneğin aynı torbadaki misketler gibi bir arada oluşuyla tecrübelenmemiş, astral bir müzikal deneyim olarak çekildi…
Hasılı Anderson şahidi olduğu ve çektiği bu belgeselle ruhundaki sanatsal kolektifin görünmeyen son üyesi olduğunu bizlere olağanüstü anlatıyordu.
Bu yüzden Junun Tıpkı Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabının girişine yazdığı o cümle gibi “Herkes ve hiç kimse için” yapılmış bir belgesel.
Yani herkes izleyebilir fakat hiç kimse anlayamaz…