21 Ağustos günü, Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 8 yaşındaki kız çocuğu Narin Güran’ın ansızın ortadan kaybolduğu haberi geldi. Aramaların sonucunu merakla beklemeye başladık. Ülkenin tüm gündemi bu küçücük kız çocuğuna ne olduğuydu. Ne yazık ki bir süre sonra herkesin aklında olan fakat duymak istemediği o kötü haber geldi. Arama çalışmalarının 19’uncu gününde küçük kızın cansız bedeni bir dere yatağında bulundu. 8 yaşındaki Narin Güran’ın böyle zalimce öldürülmesi, karmaşık ilişkiler ağı, herkesin birbirinin kusurunu tıpkı bir Agatha Christie romanlarında yazılmış gibi bir ustalıkla örtmesi olayın çok değişik bir boyutta gerçekleştiğini de anlatıyordu. Çok çok kötü günler, günleri kovaladı…
Bugün ise, bu küçücük kız çocuğunun cesedini dere yatağına taşıdığı ispatlanan şahıs Nevzat Bahtiyar’ın jandarma ve soruşturma savcıları eşliğinde yapılan olay yeri keşif görüntüleri ortaya çıktı.
Daha bu acı olayın büyük ağırlığını, üzüntüsünü üstümüzden atamamıştık ki daha büyük bir acı silsilesiyle savrulduk.
İstanbul’da, haksız kazanç elde etmek için yeni doğan bebekleri anlaşmalı oldukları özel hastanelerinin yenidoğan ünitelerine gönderen, bebeklerin ölmelerine ya da sakat kalmalarına sebep olan bir çetenin haberiyle sarsıldık. Tıpkı bir yün yumağı gibi çözülen, gün geçtikçe ve mağdur ailelerin ortaya çıkmasıyla vahametin daha da büyüdüğü bu olay, hepimizi derinden sarstı.
Çete liderinin eski bir örgüt üyesi olması mı, bu kadar organize ve aşağılık bir suçta hem kamudan hem özelden yığınla insanın bir araya gelebilmesi mi, aralarındaki diyalogları okudukça donan kanlarımız mı ne dersek diyelim nutkumuzun tutulduğu, içimizin yandığı bir olaydı bu. Ölen evlatlarının acısını kalbine gömmüş onca insanın yeniden duyacağı suçluluk ve kandırılmışlık hissi, sakat kalan bebeklerin akıbeti… Başlı başına bir faciaydı bu. Organize katiller sürüsü senelerdir içimizde, tam oradaydı. Bilmiyorduk.
Yukarıdaki paragraflarda yazdığım bu iki olayı şu 1 ay içinde duyduğumuza kimse inanmayabilir…
Öyle ya bilirsiniz, sağlık sektöründe bizden daha iyisi gelmemiştir şu dünyaya. Sağlık turizmimiz zirvededir. Uçaklar hastanelere, estetik merkezlerine, diş tedavilerine, saç ektirmelere kadar kalkıp kalkıp iner. Bizden daha hızlısı, kalitelisi ve bunca iyiliği bu kadar uygun fiyata sunanı yoktur. Şöhretimiz haklıdır.
Oysa yavrularımız kimlerin ellerine düşmüş haberimiz yok. Bu kahkahalar, şakalaşmalar eşliğinde eğlenen, para kazanan bebek katillerinin, kansızların vaziyetine Cimer dilekçesi olmadan ayılmamız gerekmez miydi? Tesadüf olabilir miydi aynı hastanelerde, aynı doktorların, hemşirelerin elinde bu ölümler… Sorulacak sorular çok, fakat ne bir istifa ne bir suçlu ne de bu kadar insanın mağdur edilebildiği bu alandan sorumlu çıkmadı… Bize yine sabretmek düştü…
Tüm bu olanların depremini atlatamadan bir de ne görelim? Milliyetçi Hareket lideri, senelerin örgüt liderini toplumsal uzlaşı için Meclise konuşmaya çağırıyor… Neler olup bittiğini zinhar bilmiyoruz, kimilerine göre bilmemiz de gerekmiyor.
Günler günleri, haberler haberleri kovalıyor… Konu şu; Narin, yenidoğan çetesi, Gazze… Gündemden ansızın hooop uçup gidiyor. Tüm Türkiye yeni konumuza kitleniyoruz… Diğerlerinin üstünde kalamıyoruz, o etki bizi sarsıyor fakat yapışmıyor. Yeni sorunla başbaşayız…
İşte asıl dezenformasyon budur. En gerçek gündemin, hakkında en çok malumat almamız gereken gündemin bilgisini ancak arayarak bulmaktır. İlk günkü kadar şaşaası olmayışıdır birkaç gün sonra… Sanki unutmak ve hatırlamamak zorundaymışız gibi davranılmasıdır.
Oysa bilginin sadece bir tık uzağında olduğumuz, sosyal medyanın her anımıza hâkim olduğu bir dünyada, ekranların sadece gösterilmesi gerekeni gösterdiği ve buna şartlandığı bu ülkede manipüle edilmiş bilgiler ağında kaybolmak kolaydır. Bu artık bizim normalimiz olsa da demokratik süreç için ciddi zorluklar yaratır. Bize düşen örtülü siyasi gündemlerin ardındaki gerçek sorunları ortaya çıkarmamız ve unutmamamızdır.
“Siyasi ajitasyon” gerçek bilgiyi bağlamından çıkarmayı, duygusal manipülasyon kullanmayı ve bir diğerini başka bir diğerle örtmeyi gerektirir. Dezenformasyon işte budur. Tüm faillere “birileri” diye hitap etmek fakat o birilerinin kimler olduğunu asla söylememektir. İnsanların fikirlerini ve eylemlerini etkilemek için kasıtlı olarak yanlış, çarpıtılmış veya manipüle edilmiş bilgilerin yayılmasına dayanan olgudur.
Artık bizler tüm bu teflon hayatlardan, ortadaki suçu zinhar kendisine yakıştırmayan bu pirüpak siyasetten usandıysak, dinlediğimiz, gördüğümüz her haberi eleştirel bir şekilde değerlendirmemizin önemine vakıf olmalıyız. Gerçek sorunları çözmeyi amaçlayan somut önerilerle “aldatmak ve manipüle etmek için” tasarlanmış boş retorik arasında ayrım yapabilir hale gelmeden bu kısır döngüden çıkma ihtimalimiz yok.
Ki sorumluluk yalnızca vatandaşlarda da değildir. Siyasi liderler, muhalefet partileri ve medya da dezenformasyonla, gerçek gündemin başka bir gündemle örtülmesi konusuyla mücadelede rol oynamalı, mesajlarında gerçeğe, doğruluğa, şeffaflığa, duymak istediklerimize öncelik vermelidir.
Bizim bu bataklıktan başkaca çıkma ihtimalimiz ne yazık ki yoktur.