Paris’te Drag Queen başrolde, tesettürlü sporcu yarışamaz

Şule Demirtaş

Olimpiyat açılışları görkemlidir. Olimpiyatın yapılacağı ülke bu gösterilere büyük bir titizlikle hazırlanır. Ki bu büyük etkinliğe ev sahipliği yapabilmek yüksek bir kapasiteyi barındırmak, gereken yüksek beklentilerin şartlarını sağlayabilme kapasitesine haiz olmak demektir.

Önceki olimpiyatlar Tokyo’daydı ve pandemi zamanına denk geldi. Yapılıp yapılmayacağına dahi uzun müddet karar verilemedi. Sonunda akamete uğramaması için gerçekleşti ve yüksek güvenlik önlemleri eşliğinde, seyircisiz salonlarda çok da gösterişli olmayan geçişlerle kapanışlarla biten bir olimpiyat oldu.

Sene bu seneydi. Geçen sene uzun soluklu bir Fransa gezisi yapmıştım. Tüm ülke olimpiyatlara hazırlanıyordu ve indiğim havalimanı hatta tüm Paris şantiye halindeydi. Şartları iyi hale getirmek için, ülkenin bu tanıtımını en iyi şekilde yapabilmek için çalışmaya başlanmıştı.

O gün gelmişti. Açılış töreni başlamış, tüm dünya izliyordu.

Nasıl Pekin’de yapılan açılış bir sistemi, kusursuz birlikteliği, komün olmayı, otoritenin gücünü temsil ediyorduysa Paris olimpiyatları da ülkenin, hususen şehrin gelmişini, geçmişini, şimdiki anını ve geleceğini tastamam şekilde ve oldukça epik bir tarzda anlatıyordu.

Fransa’nın açılış için seçtiği temaların isimleriyle müsemma gösterileri ekranlarda görmeye başlamıştık. Olimpiyatın direktörü de hususen seçilmiş bir sanat yönetmeniydi. “Fransa’da özgürlük her duygunun temelidir” mottosuyla giriştiği sanat açılımında gerçekten daha önce görülmemiş estetikte işlere imza atmış olsa da bir süre sonra işler çok da beklediğimiz gibi gitmedi. Evet Fransa böyle bir ülkedir. Tıpkı bir olimpiyat açılışında ilk kez sahne alan Metal grubu Gojira’nın da dediği gibi “Bu Fransa tarihidir. Başları kesilen insanlar, kırmızı şarap ve her yerde kan… Bu asıl olandır, romantik ve normaldir. Şeytani bir şey değildir.

Fransa İhtilali tarihin en büyük dönüşüm hareketlerinden birisidir elbette. Mutlak monarşiyi yıkabilmek için kesin kararlılıkla atılmış adımların, giyotinin, kanın tarihidir. Özgürlük elde edebilmek adına karşısında durduğunu düşündükleri her değerin yok edildiği bir tarihtir. Ve gösterilerin başlangıcı bu tarihle sahne aldı. “Bir hedef uğruna her şeyi göze alabiliriz, özgürlüğümüz uğruna yıkamayacağımız hiçbir değer yoktur.”

Ekranda ne görüyorduk, monarşinin son kraliçesi Maria Antoinette idam edildiği Conciergerie’de kesik başıyla hazır bulunuyordu. Akıttığı kana ithafla kırmızı elbisesi ve fonda devrimcilerin ve devrimin simgesi haline gelmiş olan marşı -Ah. Ça Ira- bir death metal grubu seslendiriyordu.

“Ah! ça ira, ça ira, ça ira”

Şarkı, Bastille Baskını sırasında ve aynı sene gerçekleşen Parisli pazarcı kadınların ekmeğin fiyatını protesto etmek için Versailles’a yürüyüş yaptıkları sırada söylendi. İşin ilginç kısmı yiyecek kıtlığı ve yüksek fiyatların sebebi Fransız Hükümeti’nin Amerika’nın Bağımsızlık Savaşı’na verdiği mali destekti. Temmuz 1790’da Bastille’in düşüşünün anısına düzenlenen ilk festivalde de Ah! Ça Ira söylendi ve Fransız Devrimi’nin de ilk, ikonik şarkısı oldu. İşte bu şarkı Olimpiyatın da açılış şarkısıydı.

İhtilal sırasında rengi kandan kırmızıya dönmüş Seine Nehrinden kafileler akmaya başladı. Tıpkı “Köprü Üstü Aşıkları” filmindeki gibi tekneler filmin ikonik köprüsü ve Paris’in de en eski köprülerinden olan Pont Neuf’un altından süzülüyordu. İlk kez stadyumsuz bir olimpiyat açılışını izliyorduk. Bir alana sınırlandırılmamış, koca bir Paris’i anlatan bir açılış…

Sonra…

Mali asıllı Fransız şarkıcı Aya Nakamura’nın gösteride şarkı söyleyecek olması aşırı sağcı gruplar tarafından protestoyla karşılanmıştı. Yine de Académie Française gibi edebiyat ödülleri veren, Fransız dilinin gelişimi için var olmuş 400 yıllık timsal bir kurumun önünde Fransız ordu bandosuyla bir göçmenin şarkı söylemesi tabuları yıkıyordu.

Ne Lady Gaga’nın Art Nouveau merdivenlerden inerek sembol Zizi Jenmaire’in “ mon truc en plumes” şarkısını söylemesi, ne kapılarını 1889’dan bu yana sadece 2 gün kapatmış daimî Moulin Rouge kabaresinin tam kadro orada olması ya da Louvre’un ikonik tablo reprodüksiyonlarının nehre konuşlandırılması….

Hiçbir aksiyon, bu canım gösteriler LGBT lobisinin köprü üstündeki gösterileri kadar konuşulmadı. Değerlere, inançlara, insanların hassas noktalarına, kırılgan yerlerine bu kadar darbe vurmaya çalışmanın anlamı nedir bilinmez. Ben ortada kendi özgürlük değerlerini dayatırken başkalarının inançlarını ayaklar altına almayı meşru kılan hastalıklı bir zihniyet gördüm açılış gösterilerinde. Bu kadar takıntı böyle iyi başlayan bir gösterinin ana merkezini o noktaya çekiyorsa elbette orada ancak bir saplantı görebiliriz, özgürlük arzusu değil.

Bu sahneleme, bir inat ve takıntının ötesinde, uzun süredir küresel düzeyde belli güçlerin dayatmaya çalıştığı gündemin cüretkâr ve ahlaksız bir dışavurumuydu. Bu aşikârlık ve sınır tanımama belli ki önümüzdeki günlerde bu güçlerin hiçbir çekinceleri olmaksızın dayatmayı sürdürmekte inat edeceklerinin de bir göstergesi.

Rimbaud- Verlain, Fransa tarihi, edebiyatı, felsefesi bu mevzuu ile çok aşina bırakıldığımız yerler. Ancak bu denli bir dayatma, Fransa’nın tanıtımında timsal figürler eşliğinde bir inancı ve etik değerleri aşağılama ülkenin kendisiyle de çelişen talihsiz bir vaziyet almıştı. Kendi adına başörtülü atletleri yarıştırmayan, hala daha başörtülü futbolcu kızların müsabakalara çıkabilmek için mücadele verdiği, daimî şekilde tesettürlü insanlara yaşam alanlarını paralize eden ülkede -madem o kadar özgürsünüz- dakikalarca trans defilesi yapacağınıza bu insanları da görünür kılarak haklarını arasaydınız. Özgürlüğün de işe geleni makbul anlayacağınız. Din ve ahlak out, özgürlükler in… Ama nasıl özgürlükler. Notre Dame Kilise’sini dünyaya pazarlayan, şantiyesinden dahi nemalan, fakat o kilisenin kadim öğretisiyle köprü üstünde 3-5 drag queen ve eşcinsel üzerinden alay eden bir özgürlükle.

İhtilalden de öncelere dayanan tarihten aldığımız bir ders vardır “başkalarının sınırına giren özgürlük, özgürlük değildir”.

Fransa tarihi sadece sanat, edebiyat ve felsefenin güzellikleri ile süslü değil, isyan, katliam ve özellikle Afrika’da yakın dönemde giriştikleri veya izin verdikleri soykırımla da malul.

Gerçekleriyle yüzleşen değil, işine geldiğiyle yapılmış bir tanıtım. Keşke heba edilmeseydi.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (13)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.