“Ağzına zincirler vurdular
Ve ellerini ölünün kayasına bağladılar.
Dediler ki “Sen bir katilsin.”
Yemeğini, elbiselerini ve bayraklarını aldılar.
Ve onu ölüler kuyusuna attılar.
Dediler ki “Sen hırsızsın.”
Onu her limandan kovdular,
Ve genç sevgilisini alıp götürdüler
Ve sonra şöyle dediler “Sen bir mültecisin.”
Arap dünyasının en önemli şairi, Filistin davasının sonsuz mücahidi Mahmud Derviş, İsrail’in kuzeyindeki, çok dinli, çok kültürlü yaşam kenti olan Akka şehrinin doğusundaki Birva köyünde doğdu. Ailesi çiftçilikle meşgul orta sınıf bir köylü ailesiydi. Mahmud Derviş büyükbabası tarafından yetiştirildi.
Altı yaşındayken İsrail silahlı kuvvetleri köylerine saldırdı ve Mahmud ailesiyle birlikte Lübnan’a kaçtı. Önce Cezzine’de, ardından da Damour’da yaşadılar. Ertesi yıl aile işgal altındaki vatanlarına geri döndüğünde köyleri yok edilmişti. Arazide kurulan iki yerleşim yerinden birisini seçerek o bölgeye yerleştiler.
1948 Nakba’dan 1986’ya kadar cunta altında yaşayan Filistinliler’in, en çok da çocukların ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü yılları anlatırdı Derviş. Filistin’e dair en büyük yarası çocukluğuydu zira insanın çocukluk travmaları derin olur ve hayatının her anını etkiler.
İsrail kutlamalarına dahi katılmak zorunda kaldığı bir okul gününde kürsüde okuduğu şiirde “sen güneş altında dilediğin gibi oynayabilirsin, ben oynayamam. Senin evin var, benim neden yok? Birlikte neden oynamıyoruz.” dizelerini okuduktan sonra üst düzey İsrailli bir asker tarafından babasının taş ocağında çalışmasına son verileceğiyle tehdit edilmesi çocukluğuna ait en basit anılarından sadece bir tanesiydi.
Gençlik dönemine geldiğinde bitmeyecek savaş bu sefer başka bir yerinden yakalayacaktı şairi. Çok az aşk hikayesi insanlığın bu en acı nüansına ve Mahmud Derviş ve Rita’nın ebedi kaderini tayin etme mücadelesine şahit olur…
Filistin İsrail savaşının farklı taraflarında yer alan bu iki kişi alışılmışın dışında bir aşk ilişkisinin, sınırların tam ortasında kaldı. Derviş’in “Rita ve Tüfek” isimli şiiri aralarında sonsuza dek sürecek imkânsız aşkı anlatan ve siyasi farklılıklara, farklı dinlere olan mensubiyete, savaşın iki ucu olmalarına rağmen vazgeçilemeyen aşkı ve özlemi, aşkın doğasını vurgulayan en çarpıcı şiirlerinden birisi oldu.
“Ah, Rita
Aramızda milyonlarca serçe ve görüntü var.
Ve birçok buluşma
Tüfekle ateş açıldı.
Bu tüfekten önce gözlerimi seninkilerden çeviren ne olabilirdi?”
Mahmud Derviş vefatından 15 sene önce verdiği bir röportajda Rita’nın kim olduğunu ilk kez açıklıyordu. “Tamar Ben-Ami” adında İsrailli bir kadın olarak kimliğini deşifre ettiği Rita’yla öğrencilik yıllarında Hayfa Üniversitesi’nde, 1960’ların başında tanıştılar. Ben-Ami zengin bir aileden gelen genç bir Yahudi’ydi.
Farklı geçmişlerine ve önlerindeki sonsuz engele rağmen birbirlerine kayıtsız kalamadılar ve aşkları gelişti.
Onların sevgisi aslında büyük bir gövde gösterisiydi. Ne kadar ileri gidebileceğinin ve her şeye nasıl meydan okuyabileceğinin, savaşın son bulması umudunun ilham verici bir çabasıydı… En azından Derviş için böyleydi…
“Bir defasında ona “Sen kazanan kılıçsın” demiştim. O da “Sen kaçan bıçaksın” diye cevap verdi.”
Bu dizeler sonsuz bir tartışmanın karşıt taraflarında yer alan iki kişinin her şeye rağmen paylaştığı o özel bağı özetliyordu. Bir kılıçla bıçağın birleşmesi gibi, kutupların bir araya gelmesini, düşmanlığın varlığına rağmen aşkın karşısında duramayacağını…
Tabii ki Rita ve Derviş’in aşkı Hollywood filmlerindeki, Türk dizilerindeki hiçbir aşka, hiçbir konuya benzemiyordu. Bitmeyen savaş hayatlarını ve aşklarını sürekli tehdit ediyordu. Öte yandan Derviş Filistin Milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden birisi olduğu için devamlı tutuklanan ve bir süre sonra serbest bırakılan, siyasi hayatı çalkantılı, sesi oldukça gür ve İsrail için sakıncalılar listesinin başında önemli bir figür ve mücahitti.
Zamanı geldi ve Derviş o sarsıcı gerçekle başbaşa kaldı. Aşkının üzerinden çok da vakit geçmeden Rita’nın Mossad için çalışan bir ajan olduğunu öğrendi. Ne yazık ki bu aşk trajik bir şekilde sonlanmak zorunda kaldı. Sonrasında Rita’nın çok pişmanlık duyduğu söylense de konu Derviş için sonsuza kadar kapanmıştı.
“Vatanımın yeniden işgal edildiğini hissettim.”
Derviş bu çok sarsıcı gerçeği öğrenmesi ve akabinde hissettikleri, yaşadıklarıyla hemen her şair gibi şiir yazarak başa çıktı ve çaresizliğini, tükenmişliğini şu unutulmaz dizeyle anlattı;
“Tüm yollar sana çıkar, seni unutmak için gittiğim yollar bile.”
İki ülke arasında herhangi bir uzlaşma ve barışın imkansızlığını tüm yaşadıklarından daha da acı bir biçimde tecrübe ederek deneyimleyen Derviş katliamların hiçbir şekilde durmayacağını ve bu uğurda İsrail’in hiç durmadan her şeyi yapabileceğini artık Rita metaforuyla anlatıyordu. Bir kadın kılığında sinsice bir Filistinlinin kalbine girerek bomba gibi patlamak isteyen o İsrail kötülüğünü…
“Bir zamanlar bizi ancak ölümün ayırabileceğini söylemiştik. Ölüm gecikti ve biz ayrıldık.”
1982 Eylül’ünde Beyrut’ta Sabra ve Şatilla’daki Filistin mülteci kamplarının bombalanması ve yaşanan soykırımın ardından Beyrut Kasidesi’ni kaleme aldı. Kaside 1983’te dönemin Sovyetler Birliği’nde Lenin ödülünü aldı. Her zamanki gibi sesini duyan ne batı ne de İslam dünyasıydı.
“Sırtımız önümüz denizin sırları yok Kanımızı yitirene kadar evet Anıların sözcüklerini yitirene kadar Ancak söylerim şimdi yok O son bombardımanda yok O yer çukurda, başka bir şey kalmadı yok O ruh içinde kalmadı yok.”
Bu hafta Derviş’in yaşadığı trajediden küçük bir parça anlatmak istedim. Çocukluk ve gençliğinden trajediler…Orta yaşında, yaşlılığında da devam eden trajediler. Öldüğünde devam eden trajediler…
Ölümü üzerinden 15 sene geçmesine rağmen daha da kötüsüne şahit olduğumuz trajediler.
Derviş bir sembol…Sonunda biz de onun gibi küstük, en çok da bu suskunluğa küstük.
Artık yazılmayan hiçbir şey kalmadı ki Derviş zaten yazılacak ne varsa yazmıştı. Yapılmayan çok şey kaldı. O da Derviş’in, bizlerin, en çok da Filistin’in içinde yara kaldı.