9 ay önce başkanlık ve milletvekilliği seçiminde oy veren seçmenin, belediye seçiminde de duygu ve düşünceleri aynı konteksteydi.
Başkanlık seçiminde seçmenin gözettiği en temel hedef ülkenin dış dünyaya karşı güvenliğiydi. Çünkü algı bu yöne doğru büyütülmüştü. Seçmen dış dünyaya karşı savaşacak gücü ve vizyonu, haliyle konunun tek muhatabı olan Tayyip Erdoğan’da gördü. Muhalefet ise bu konuda zaten âtıl vaziyetteydi, ki zaten 6 şahıs vasıtasıyla kendi konsensusunu yaratmaya çalışmakla meşguldü. Haliyle de konuyla ilişkilendirilemedi. Seçmen de tüm olumsuz koşullara rağmen “dış güçler” baskısına dayanamadı ve başkanlık seçiminde cumhur ittifakını destekledi. Bu en başat nedenlerden birisiydi.
Fakat belediye seçimleri seçmen için duygu ve durum heyulası daha geniş bir alan. O alanda dış dünyaya karşı güvenlik korkusu yok. Daha çok kişisel hesaplaşmalar, yaşadığı memnuniyetsizlikler, bazen çok basit sebepler. O yüzden iktidarı gönül rahatlığıyla ikaz edebileceği bu seçimi haliyle boş geçmedi.
Oruçlu bir nefsin 5 dilim pastırmaya günlük yevmiyesini vereceği enflasyonist düzeyde “dış güçler” ancak kötücül bir masal kahramanı olarak kalır. Ramazan ayı geçiştirilemez arzulara ulaşamayan seçmenin de canını yaktı. Pide pahalı, et pahalı, süt pahalı… Barınma zaten kangren bir vaziyet. 1 günün acısı 10 aya yığıldı… Ve örgü sökülmeye başladı.
Zaten önceki seçimde oy vermiş olsa da bir vefayı hala daha kendisinde hissediyor olsa da Tayyip Bey’in tükenmez kredi limitinden düşecek olsa da aklı başında beher Ak Parti seçmeni iktidarın hoyratlıkları ve keyfemayeşa hareketlerinden, tıpkı bir hanedanmış gibi ilerleyen akrabacılık formundan, nepotizmden, kayırmacılıktan illallah etmiş vaziyetteydi.
Seçim çalışmalarına ülkenin en ileri temsilcileri olan bakanlarla katılma fikri hiçbir seçmenin zihninde makes bulmayan garip bir fikirdi. Bu fikir kime aitse Ak Parti’nin acilen sonraki uzaya astronot yollama deneyimini kendisiyle yapmasını salık veririm. Tüm vatandaşa eşit hizmet saikiyle görevlendirilmiş insanlar partisine oy isteyemez. İstememelidir.
“Partili Cumhurbaşkanı” fikri kadar sakil duran bu hareketi seçmen ağır bir biçimde cezalandırdı. Seçmen bu fikre ne kadar yabancı olursa olsun Cumhurbaşkanı kendi zengin kumbarasından kredisini kullanıyordu. Bakanlar için böyle bir durum söz konusu muydu? Hayır.
Kurum İstanbul için, Altınok da Ankara için olabilecek en kötü seçimlerdi. Dünyanın en büyük metropollerinden birisinin mevcut başkanına -siyasi rakibi de olsa- “köfteci, kantinci” gibi hakaret dahi olamayacak cümlelerle istihza duymak kendisini göreve layık gören seçmene de seçmen aklına da hakaret değil midir? Seçmen bu ilkokul çocuklarının dahi terk ettiği, altküme tarz-ı hakareti kendisine misliye iade etti.
Sosyal Medya aktivistleri... Ak Parti bu öfke kumkumalarından acilen sıyrılmalı. Sadece seçim bekası için değil, toplum bekası için.
İcraatları, kuralsız, istisnasız bir kötücül iklim, karşı tarafta hiçbir iyi niyet bulmayan kışkırtıcı tarz…
Potansiyel her farklı düşüneni linç nesnesi yapmaya yeminli bir öfke. 20 yıllık iktidarın gölgesine dolaylı endişeler salmak. Hala pamuk ucuna bağlı bir huzurumuzun olduğunun sürekli imlenmesi aslında. Bu iletişim vizyonu kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Sonuç ortada. Dezenformasyon böyle olur. Tıpkı bir bumerang gibi döner kendisini bulur.
Muhalefetle didişmek. Yahu bıraksaydınız da sizi nasıl eleştiriyorlarsa eleştirselerdi. 20 sene bir ömür. 20 senelik işlerin korkusu olur mu? Bu tekinsiz düzleme kendi kendinizi nasıl çektiniz? Seçmen sanıldığı kadar güçlü olmadığınıza kanaat getirdi. Bu da bir diğer husus.
Devletin tüm kurumlarının, devlet aklının yok sayılışı. Bunun en büyük sonucu MEMUR kenti olan Ankara’da açığa çıktı. Devlet kurumlarındaki herkes iktidar ve şürekâsının keyfemayeşa idaresini yakından deneyimliyordu. Böyle devlet yönetimi başarılı olmaz, olmamalı. Tanıdık atamaları, güç eliyle atanmak. Bir kuruma senelerce emek vermiş insanların başına saksı gibi alakasız, tek deneyimi partide çalışmış olmak olan kişileri getirmek. Sonun başlangıcıydı bu ve süreci çok hızlandırdı. Ak Parti’yi kurdun tahtayı kemirmesi gibi kemiren en büyük olgu liyakatsizliktir. Israrla dönülmeyen bu yol çıkmaz yola evriliyor. Uyarmak bir görev.
Kutuplaştırma. Ama metazori ama keyfi, yurdum insanı farklı ülke vatandaşlarının, farklı kimliklerin aynı florada yaşayacağı ve bunun da uzun bir süre devam edeceği farkındalığına erişmiş durumda. Seçim sonuçları da bunun kanıtı. Bu farkındalığın köklü bir bilince ve şuura kavuşması gerekiyor, bunun için de eşit duygularla yönelim şart. Parti olarak milli barış seferberliği için çalışmak yerine ötekileştirmeye kafa yordunuz. Yanınızda konuşlanmış ve bu seçimde küçüldükçe küçülmüş partinin ruh dünyasından çıkarak kendi varlığınızı ve ideallerinizi yaşatmadınız. Bu da seçim kaybetmedeki diğer başka bir husus.
Gençlerin ümitsizliği. Gençlere ümit aşılamak ve ekonomiyi orta vadede ihya etmek adına bir eğitim seferberliği şarttı. Bunun yerine handiyse hiç soru çözmeden girilebilen üniversiteler açmayı yeğlediniz.
Sosyal medya çağında eğitimi ve eşit ulaşılabilirliğini daha masrafsız ve etkin bir forma taşıyabilirdiniz.
Oysa açılan üniversiteler, akademik personelin yayın ve atıf sayısı, bilimsel kalitesini öne çıkartmaktan ziyade yandaş yetiştirme aracı olarak kullanılıyor. Bu ülkeye, gençlere çok zarar verdi. Seçimde de zararın bilançosu çıktı.
Bu maddeler devam edecek elbette. Bu seçimin sosyolojisi çok su götürür. Nihayeti muktediri de etkilediği için hakkında ne kadar yazılsa az.