Süper kupa maçıyla birlikte yeniden muhatap olduğumuz gereksiz ırkçı yükselişler: Mensubiyetlerimiz, birbirine olan üstünlükleri… Konu bir anda nereden nerelere geldi. Baştan sona büyük bir kurumsal yalpalamanın fotoğrafı olan organizasyon toplumdaki ilkel bir sürü güdüyü yeniden hortlattı. Araplar, Türkler, Müslümanlar... Kimin ne kadar iyi ya da kötü olduğu, kimin üstün ya da aşağı olduğu konuları bir anda gündemimiz oldu...
İnsan böylesi hazin bir zaman diliminde apaçık düşmanı orada asrın katliamını yaparken böyle saçma sapan bir konuyla meşgul olabildiğine inanmak dahi istemiyor. Gerçekten öyle böyle bahtsız bir topluluk değilmişiz. Gerçekten.
Kişinin ait olduğu topluluğun zihnindeki tahayyülü nasıl bu kadar hassas ve kırılgan bir duygu haline gelebilir? Bedeni, mülkiyeti, kutsal sembolleri, özerkliği nasıl hemen ihlal edilebilir bir hassaslıktadır?
Bunca yıldır varsıllığı olan bir toplumun fertleri nasıl bu kadar uçta ve kırılgan bireyler haline gelebildi?
Paranoyak inançlarımızı somutlaştıran bir günah keçisi olarak diğer tüm toplumlardan üstün olduğumuz sanrısı beher ırkçı insanı da eyleme mecbur hale getiriyor. Bu boşa saran fasit dairede kafesteki hamster gibi dönüp duruyoruz.
Bu sanal korkular eşliğinde hiçbir zaman gerçekleşmemiş fakat hayali büyük prim yapan “vatan elden gidiyor, vatan bölünmez” cümleleriyle düzen tarafından toplum halinde hizaya getiriliyoruz. İstisnasız şekilde ve aralıklarla endişelenmemiz sağlanıyor ki bu sayede “saf” ve bizi tanımlayan, bağlayıcılığı yüksek kültürel ve etnik bir fanteziye hunharca sahip çıkabilelim. Çıkalım ki bu korkunun gerçekleşebilecek bir kâbus olmasının önündeki tek engel, tek koruyucu, tek kurtarıcı sonsuza kadar başımızda baki kalsın. Varlığımız varlığına armağan olsun.
Şeytanın hilelerinden birisi de bizde hiç sahip olmadığımız bir şeyin çalınması konusunda öfke duygusu uyandırmasıdır. Shakespeare’in bizi bu tür oyunların şiddetli tuzaklarını görmeye zorlayan ustalık anlatısı olarak “Othello Sendromu” halet-i ruhiyeyi pek iyi karşılıyor. Aşırı kıskançlık, tehlikeli sahipleniş. Tetikte ve gergin olma hali. Kendisi için safiyane, karşısındaki için tehlikeli boyutlarda paranoya…
Ve bir kez daha görmüş olduk ki her türlü başarı, hatta başarısızlık üzerinden ırkçılık devşirmekte mahir bir milletiz. Bakın biz dinden bile bir tür ırkçılık devşirmişizdir, başkasının İslam’ını beğenmeyiz. Bize göre din en iyi halini Türk-İslam sentezi içinde bulmuştur. Hatta dinin modern zamanlara kadar kalmasında Türk milletinin çabaları sahabenin fedakarlığına yetişir. Var mı itirazı olan?
Arapça olduğu halde Kur’an’ı en iyi biz okuruz. Hatta ihdas ettiğimiz birçok bidat bile, necip milletimiz üzerinde ittifak ettiği için dinin aslından sayılmalıdır. Çoğunluğumuz önce Türk, sonra Müslüman’dır. En güzel din versiyonu, milli ideolojilerimize hizmet eden bir milli din versiyonudur. İçten içe çoğumuzun yaptığı aslında İslam’ı başa kakmadır.
‘Onlar İslam’a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki, Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz biliniz ki sizi imana erdirdiği için esas Allah size lütufta bulunmuştur.’ 49-17
Oysaki ırkçılık tutunamayanların bir hastalığıdır. Müflis bir milletin doymak bilmez bir mirasyediliğidir. Sürekli düşmanlar yaratmakla varlığını sürdürür. Yeryüzündeki insanlar arasında ortaklıklar ayrışma, öne çıkma, üstünlük ve ezme temelinde yükselir.
Irkçılığın din topraklarında neşv-ü nema bulması yeryüzündeki en büyük zulümleri doğurmuştur. Bugün İsrail’in zulmünün temeli, İbrahimi dini öğretiyi gayrı meşru bir ırkçılık ile Yahudi milletinin üstenci ve başkalarını yok sayıcı zamanlar üstü bir doktrine çevirmiş olmasında yatar. Dinini ırkına feda eden her düşünce veya milli din İsrailleşme kaderine mahkumdur.
Oysa dinin esnekliği ve kapsayıcılığı çok açıktır: önceden belirlemiş ırk ve milliyetin aksine inanç özgürlüğüne sahip her insan o dini benimseyebilir. Her biri farklı milletten yüzlerce kişinin Gazze direnişinden etkilenerek İslam’a girdiklerine şahit olmuyor muyuz?
Bir yandan da Irk ile dinin çarpıştığı bu gibi olaylar dini terk etmek için kullanışlı fırsatlardır. Özellikle dini zorla kendilerini giydirilmiş kültürel bir motif olarak görenler ve hayatlarında belirleyici bir rolü olmayan kimseler için.
Mesela Suudi Arabistan’la yaşanan kriz sonrası Google’da gök tanrı dini konusunda aramalar tavan yapmış. Güler misin ağlar mısın?
Bu aramayı yapanlara, bulduğu boşlukta Müslümanlara ve kutsallarına ağza gelmeyecek hakaretleri edebilenlere söyleyecek sözlerim var.
İnancınızı uluslararası ilişkiler polemiklerine bağlıyorduysanız zaten boşa durmuşsunuz bu tarafta bir defa. Gök tanrıya mı inanırsınız, şaman ritüellerine mi dönersiniz bilmem fakat, lütfen kendi imanını ırklar ve milletler üstü akide ve pratiklerle temellendirmiş samimi Müslümanlara olan hıncınızı bir kenara bırakınız.
Hz. Muhammed’in ilk arketipik imajı muhalif bir kimlik olarak savaşan bir peygamber olmasıdır.
Zalimlerle, kötülerle, adalet sahibi olmayanlarla, zorbalarla, yalancılarla, münafıklarla savaşan bir peygamber olmasında.
Lütfen düşmanınızı başka yerde aramayınız. Aklınızı başınıza alınız.