İsmet Özel “Allah insanı iddiasından vurur” demiş. Şahane söylemiş.
Mağdur olmak, haksızlıklara uğramış olmak Ak Parti iktidarının temelindeki en sağlam tuğlaydı. Bizler gibi 28 Şubat mağdurları, siyasi yasaklılar, bu ülkede bir zaman haksız şekilde ayrımcılığa uğramış nice insan için Ak Parti, alınacak bir rövanştan çok haksızlıkların herkes için giderileceği saikleriyle belirmişti siyaset sahnesinde.
Mazlum olmanın haklı bir büyüklüğü vardı o zamanlarda. Yükünü doğrulardan, halktan, haklı olmaktan almış bir güç daha cesur bağırırdı. İşte o zamanlar böyle zamanlardı.
Sıralayalım; 98 yılında, Cumhurbaşkanı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken, okuduğu şiir nedeniyle hapis cezasına çarptırıldı ve siyasi yasak aldı. İşte bu dönemde Saraçhane’de yargının bağımsız olmadığını, yargıya adalet ilkelerinin değil siyasetin hâkim olduğunu, rakiplerinin önlerini kesmeyeceklerini anladıkları için böyle bir yola başvurduğunu söyleyerek, sözlerini şu cümlelerle bitirmişti.
“Bu yol, yanlış bir yoldur. Adalet, gün gelecek yargıyı siyasallaştıranlara da lazım olacaktır.” 2008 yılında AK Parti’ye “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle kapatma davası açıldığında, Cumhurbaşkanı süreci “demokrasiye müdahale” tamlamasıyla nitelemiş ve konuşmasını şu cümlelerle bitirmişti.
“Milletin iradesine ipotek konulamaz. Demokrasi dışı her türlü girişim, milletimizin vicdanında mahkûm olacaktır.”
Yollar bu idealler eşliğinde alındı. Bu sebeple 2010 yılına gelindiğinde anayasa değişikliği referandumu düzenlemelerinde siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran maddeler düzenlemenin içinde yer aldı. Cumhurbaşkanı, bu değişikliklerin demokrasinin güçlenmesi için önemli olduğunu savunarak şu cümleleri kurdu;
“Parti kapatmalar siyasi istikrarsızlığa yol açmaktadır ve açıkça millet iradesine saygısızlıktır.”
Şimdi bu yazdıklarım ana başlıklar elbette. İktidarın gücüne ve halktan aldığı desteğe dayandığı, güvendiği, ekonominin de görece hiç bu kadar batmadığı dönemlerde demokrasinin şaşaasını iliklerimize kadar hissedeceğimiz idealdeydi bu açıklamalar…
Sonra ne mi oldu?
Ekrem İmamoğlu 2019 senesinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini kazandıktan sonra, seçim sonuçları YSK tarafından iptal edildi ve seçimler yenilendi. (İptalin hala daha kalplerde makes bulan haklı bir gerekçesi yok bu arada, bu konuyu da geçiyorum)
Yenilenen seçimde İmamoğlu, farkı daha da artırarak tekrar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi ve olması gerektiği gibi iptal kararını eleştiren açıklamalarda bulundu. Hakaret ettiği gerekçesiyle hapis cezası ve siyasi yasak gibi sonuçları da olabilecek dava saniye geçmeden açılmıştı bile. Cumhurbaşkanı o zaman da şu ifadeleri kullandı;
“Süreç devam ediyor, nihai karar beklenmelidir. Yargı bağımsızdır, herkes hukukun üstünlüğüne saygı göstermek zorundadır.”
Zaman ilerliyordu. Eski günlerden eser bile kalmamıştı.
Ne görelim, 2021 senesine gelindiğinde ve HDP’ye yönelik kapatma davası açıldığında, cumhurbaşkanı süreci destekleyen açıklamalarda bulunuyordu.
“Terörle bağlantılı faaliyetlerin kabul edilemez, hukukun gereğinin yapılması gerekir.”
2022’ye geldiğimizde ve tüm bu olayların üzerine şu açıklamalar yapılıyordu;
“Bu ülkede yasakları kaldıran lider Recep Tayyip Erdoğan’dır. Yasakları kaldıran siyasi hareket AK Parti’dir.”
İşte o kadar… Var mı itirazı olan?
Siyaset elbet devinimlidir, konjonktüreldir. Fakat bu kadar tutarsızlığı da hak etmez ya hu. Bu insanın kendi siyasi tabanına bir hakaret gibi gelir çok zaman. Seçmendeki inandırıcılığı yok etmeyi hesaba dahi katmıyorum.
“Parti kapatmaları kaldıracağız” diyen iktidarın, bir süre sonra parti kapatmalar için “hukukun gereği, Terörle bağlantılı faaliyetler kabul edilemez” demesine alışmak üzereyken, hop tornistan konu terörist başının meclisten seslenmelerine geliyorsa, bizim bu siyaset dönergecini anlama imkânımız yoktur. Ha seçmen de sanıldığı kadar cepte de değildir artık. Son seçim sonuçları zaten en çok Cumhurbaşkanını üzmüştür ki daha geçende “biz bu büyük şehirleri nasıl kaybettik” diye soruyordu parti ahalisine…
Şimdi de kreş konusu gündemde. Bu tutarsızlıkları da geçelim iktidarın neden yerel inisiyatifleri cezalandırdığını asla anlamlandıramayacağız. “Bize ait olmayan başarı, başarı değildir” diyebilmek için mi? Bu sadece bir yönetim zafiyeti değil, aynı zamanda halkın yararına olan projeleri siyasi çıkar uğruna feda etmek anlamına gelmiyor mu?
İster her kötüleyeceğimiz işe “dış güçlerin oyunu, lgbt lobisi, birileri” gibi belirsiz kelimeler ekleyerek suyu bulandırmaya çalışalım, isterse de gerçekten bu eylemi devletin ya da yerel yönetimlerin neden yapmadığıyla alakalı olarak hayıflanalım… Her iki durumda da bu kreş kapatma konusu iktidarın büyük şekilde aleyhine işleyecek bir mevzudur.
Ülkedeki en büyük önceliklerden birisi okul öncesi eğitimdir. Bu konu çok uzun bir yazının konusu. Resmi okul öncesi eğitim 3 yaşında başlıyor çoğu yabancı ülkede. Hem çocuk hem ailesi için muazzam gerekli bir hamle…
Madem bu kadar hassas olunan, ilgilenilen bir konuydu da belediyelerce açılan bunca kreş neden lebalep dolu? Demek ki ihtiyaç var. Ve en yandaş seçmeni dahi bu bahse konu mevzudan rahatsız.
Çelişkileri derledik ve anladık. Fakat toplum yararına olanlar, lazım olanlar, elzem olanlarla uğraşılmasa. Düşünülen sadece vatandaş olsa…
İktidarın bu hizmetlere kulp takma işinden acilen vazgeçmesi gerekir. Daha iyisini yapması, yapamıyorsa yapılanı desteklemesi beklenir. Kimseye özellikle kendisine kazandırmayan bir iş bu. Geri dönülürse iyi olur, benden söylemesi.