Contra negantem principia non est disputandum.
(İlkeleri reddedenle tartışılmaz)
“Eve lazım olan camiye haramdır” sözü Karadenizli anne sülalemden miras meşhur bir sözdür. Gerçekten de ihtiyaç listesi düzenlenmesi anlamında büyük bir anlamı da içerir ve kaynakların doğru, öncelikli kullanılmasının önemine dair ders niteliğinde bir uyarıdır. Zira evin, hane halkının ihtiyaçları söz konusuyken başka yatırımlar, para harcamaları anlamsızdır. Haksızca ve gereksizdir.
Uzun zamandır iktidarı da bu sebeplerle eleştirdik. Ülke ekonomisi sıkıntıdayken, vatandaş geçim derdine düşmüşken ve temel ihtiyaçlar dahi zorlukla karşılanabilir hale gelmişken, milyonlarca liranın gerekenler listesinde en sondaki kalemlere fon olarak ayrılmasının bedelini hali hazırda ödüyoruz. Ödüyoruz ki Hazine ve Maliye Bakanı göreve gelir gelmez ilk olarak “Tasarruf tedbirleri, kamuda tasarruf” sözleriyle başladı programına. Çünkü bu denli bir harcamaya hiçbir hazine dayanamazdı, biz de dayanamamıştık.
Mesela Kovid-19’la mücadele kapsamında evden dışarı çıkamadığımız zamanlarda bir dizi konser etkinlikleri düzenlenmişti. 23 Nisan’da “7 Tepeden 7 Kıtaya” konseriyle başlayan, 19-26 Mayıs’ta “Türkiye’nin Kültür Hazineleri Sahnesinde Evde Bayram Konserleri” ile devam eden program öyle bir şaşaa ile devam etmişti ki “İstanbul Yeditepe Konserleri” adlı yeni bir konser serisi de seriye eklenmişti. Düşünsenize seyircisiz bir arenada sanatçı ve ekibi ve kendilerine ödenen ücretler, diğer yanda YouTube’da bahse konu konserleri izleyen taş çatlasın 100-150 kişi.
Bu konserlerin ülkenin derin ekonomik dar boğaza gireceği arş-ı aladan belli olan zaman dilimlerinde yapıldığını biliyoruz. Maşallah isimler arasında şimdilerde bahis operasyonunda göz altına alınan ünlümüzün dahi olduğu konserler bunlar. Ya da sahne ücreti oldukça kallavi olan isimlerin konserleri… Etkinliğin adı da manidar düzenleyen kuruma sorsanız “Stratejik iletişim çalışmaları”, halka sorsanız “israf”.
Şimdi Maslow’un ihtiyaç teorisinde dahi tabandaki basamak yiyecek, barınma ve su ise, dünyanın durduğu ve çarkların dönmediği, insanların dolaylı olarak para kazanamadığı dönemde ihtiyaç olan “konserler” değil, paradır. Bu konserlere, stratejik iletişim çalışmalarına değil, gelire ihtiyaç vardır.
Yani şimdi belediyelerin kültür sanat etkinliklerine gereken tenkitler yapılıyorken o zaman bu akıl, fikir ve izan neredeydi diye sorabiliriz? Demek ki bu yeni “konser tutarı” eleştirilerinde söz konusu olan tutarlılık değil, öfke...
Belediyelerin sanat ve kültür etkinliklerine değil de bu gereksiz konserlere yaptığı yatırımlar, kamu kaynaklarının etkin kullanımı ve toplumsal faydası konularında geniş tartışmalara yol açar elbette, o işin ayrı bir yönü. Evet bir yanda, sanatın toplumu birleştirici, kültürel zenginliği artırıcı ve sosyal refaha katkı sunucu işlevi vardır ve belediyeler bu etkinlikleri yapar, ancak diğer tarafta bu harcamaların ne kadar gerekli bir zamanda yapıldığı veyahut bu fonun kullanılması gereken daha öncelikli yerler olup olmadığı sorgulanır. “Bu yatırımlar böylesi kritik bir maddi dar boğazda, toplumsal fayda sağlar mı yoksa gereksiz bir popülizm midir?” derler… Diyorlar da.
Evet bana göre de şu aşamada kültüre ve sanata zerre katkı sunmayacak popüler isimlere ve konserlerine yapılan yüklü ödemeler, halkın günlük ihtiyaçlarının göz ardı edilmesidir. Açıkçası kısa vadeli bir popülizmdir. Böyle her hareketin mercek altına alındığı dönemde, kaşının üstünde gözün var tetiğinde bekleyenlerin gölgesinde bu tür hatalara düşülmesi de bir siyaset acemiliğidir.
Elbette diğer yanda şu samimiyetsizliği de biliyoruz; Bir zaman şehrin en güzel yerlerinden Atatürk Orman Çiftliği’nde kesilen binlerce ağacın yerine müflis fiber dinozorların konuşlandırıldığını... Fizibilite yapılmadan hayata geçirilmiş milyon liralık plastik yatırımların distopik bir film seti gibi orada öylece durduğunu...
O kocaman dinozorun önünde yapılan konuşmalar daha dün gibi gözümüzün önünde. Hem çevre hem maddi katliamın hesabı ne kadar soruldu o soralım; samimi olanlar, bu kadar hassas terazisi olanlar, o Halep’e de kaç arşın kaldığını söylesin.
İktidarlar kendi alanları olmayan her yerde “ad hominem” uygulamaya devam eder ancak muhalefetin de nasıl bir tavır takınması gerektiği ve neler yapmaması gerektiği de malumun ilamı… En başta açılan bu çukurlara düşmemek, başta da sonda da…
Arthur Schopenhauer’in “Eristik diyalektik: haksızken haklı çıkmanın hileleri” isimli bir kitabı vardır. Kitapta Aristoteles’in Topikler eserinin son bölümünde ortaya koyduğu fikri alıntılar; “Otoritenin dikte ettiklerine göre değil, nedenlere, gerekçelere dayanarak tartışmayı bilenlerle; sunulan nedenleri dinleyip dikkate alanlarla ve nihayet, gerçeğe değer veren, karşı tarafın ağzından bile olsa iyi nedenleri memnuniyetle dinleyen ve doğruyu karşı taraf söylediğinde, yani kendisi haksız olduğunda da bunu hazmedebilecek kadar adalet duygusuna sahip olanlarla tartış.”
Tartışılamayacak isimlere konu da vermemek lazım.