Orta Doğu çağlar boyu kaosun, savaşın, iktidar hesaplaşmalarının bitmediği bir coğrafya oldu. Çatışmaların merkezi haline gelmesi, bölgenin sahip olduğu stratejik konum ve zengin doğal kaynaklarının yanı sıra dış güçlerin müdahaleleriyle de şekillendi. Bölgedeki etnik, dini ve mezhepsel çeşitlilik, çatışmaların iç dinamiklerini körükleyerek istikrarsızlık ortamını derinleştirdi.
Bu acımasız terör saltanatının mimarı olan Hafız Esad döneminde Türkiye’yle mevcut ilişkilerinde de sorunlu bir politikayla yürüttü. Zira muradı sadece kendi diktatörlüğünün bekası olan birisi olarak, sınır komşusuyla çözüme odaklı bir siyaset yürütmedi.
Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkiler, su paylaşımı, sınır güvenliği ve PKK'nın Suriye'deki faaliyetleri gibi konular seneler boyunca sorunlu bir dönem olarak kayıtlara geçti. Turgut Özal, su paylaşımı ve sınır güvenliği konularında diplomatik çözümler ararken, Süleyman Demirel Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderme amaçlı adımlar atmaya çalıştı. Bülent Ecevit döneminde PKK'nın rejim tarafından desteklenmesi krizi zirveye ulaştı ve bu uzlaşısızlık, 1998 senesinde Türkiye’nin askeri müdahalede bulunacağı tehdidi ile sonuçlandı, zira bıçak kemiğe dayanmıştı.
Esadlar, sadece otokratik değil aynı zamanda kleptokratik bir sisteme başkanlık ediyordu ve vatandaşlarının rejimle bağıtlanması için ülke himayesindeki makamları ulufe dağıtır gidi dağıtıyordu.
Babadan oğula geçen tahtın ardından 2011’de başlayan iç savaş, Suriye’yi bölgesel ve uluslararası terör örgütlerinin faaliyet gösterdiği bir ülke haline getirdi. Ayaklanmalar iç savaşa dönüşürken, azınlık gruplarının birçok üyesi rejime sadık kaldı, ancak bazı Sünniler muhalif güçlerin Şam'ı ele geçirmesi durumunda intikam alacaklarını bildiği için ayrı bir yere konuşlandı ve muhalif oldu.
Bu haliyle İç savaşın getirdiği otorite boşluğu, farklı silahlı grupların ve terör örgütlerinin eskisinde de büyük güç kazanmasına ortam hazırladı. Suriye bir terör yuvası haline geldi ve hem bölgesel hem de küresel güvenliği tehdit eden bir sorun odağıydı artık.
Esadlar, Suriye üzerindeki hakimiyetlerini her zaman şeytani bir alaycılıkla sürdürdü. Katliam, işkence, kimyasal silahlar ve varil bombaları kullanarak yarım yüzyıldan fazla bir süre boyunca yönetimlerini güvence altına aldı.
Ancak aynı zamanda ülkelerinin jeopolitik konumunu, istekli müttefiklerin desteğini almak için akıllıca kullanmaktan da geri kalmadılar.
İran, daimî olarak Tahran'ın Orta Doğu'daki desteğini sürdürmesi karşılığında rejimi destekledi. Suriye, İran birlikleri için bir üs ve Hizbullah'a silah tedariki için bir kanal olarak kullanıldı.
Rusya'nın kendilerine sunacağı askeri destek karşılığında Moskova'ya Akdeniz'de bir liman ve yakınında bir hava üssü verildi.
Sadece iktidarı için ülkeyi yakıp yıkmaktan, başka ülkelere peşkeş çekmekten yorulmayan, ancak kendi halkını vicdansız bir şekilde yargılayan, öldüren, sürgün eden bu adamın nihayet sonu geldi.
Esad artık yok. Gitti. Ve kendisinin destekçilerine hem siyasetin hem de hayatın verdiği cevaplar var.
Zira içimizdeki Esad severler de az değilmiş.
Ortadoğu’da “istikrarın bekçiliğini” üstlendiğini sanrısına sahip bir kesim hala daha Beşar Esad’ı devrilmemesi gereken bir kalenin son muhafızı olarak görüyor. Esad’ın devrilmesinden rahatsızlık duyanlar, farklı gerekçelerle bu duruşlarını savunabiliyor, akıllarınca meşru bir temel de oluşturuyor. Kimileri, "Bölgesel dengeler bozulur," derken, kimileri mezhep bağlarını kutsal bir perde gibi kullanıyor. Kimileri ise yalnızca Batı’ya duydukları öfkenin gölgesinde durarak her şeye muhalif olmaktan zevk alıyor. Ancak bu gerekçelerin hepsi toplansa Sednaya’nın demir kapıları ardında yankılanan çığlıklar karşısında suskun kalmanın bahanesi olabilir mi? Yerinden edilmiş milyonların, öldürülen çocukların ruhundan daha mı üstün bu istikrar dedikleri, sanki varmış gibi bir de.
Esad’ın gidişi, her şeyin anında düzeleceği anlamına gelmeyebilir. Ancak kendisinin devrildiği günü görme umuduyla yaşayan mazlumlar için bu yeni bir hayat, bir başlangıç. Bombaların gölgesinde, yıkık evlerde, soğuk mülteci kamplarında kalan çocuklar, artık daha güvenli bir dünyayı bir umut olarak hayal edemez mi? Aileler kaybettiklerinin yasını adaletin sağlanacağı bir ülke hayaliyle diri tutabilir. Yerinden edilen milyonlarca insan, evlerine dönme umudunu yeniden yeşertebilir.
Mazlumların gözyaşları biraz olsun dinecekse, bu sadece onların değil, insanlığın da zaferidir. Bu yüzden içimizdeki Esed sevicilere sesleniyorum; hiçbir şey yapamıyorsanız bile, hiç değilse mazlumlar için sevinin.
Yaşadığınız endişeleri hepimiz biliyoruz, lakin böyle bir hainliğin üstünde zaten hiçbir düzen kurulamazdı, kurulmadı da. Gönlünüzü rahatlatmaya en azından bu vesile olsun.