Asgari ücret ve gassalin elinde meyyit olmak...

Şule Demirtaş

2025 yılı asgari ücret görüşmeleri, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısını derinden etkileyen meselelerden birisi, belki de en önemlisi... Bu süreçte, çalışanların geçim mücadelesi, işverenlerin maliyet hesapları ve hükümetin dengeleri gözetme çabası ve bu 3 kalem arasındaki konsensus arayışı, süreci hem uzattı hem de işçinin lehine çevirmedi. Konuşulan rakamlar sadece bir gelir belirleme süreci değil, aynı zamanda ülkenin ekonomik gerçeklerinin ve sosyal beklentilerinin yansıması… Gelir ve harcanan arasındaki makas büyük, gördük ki işler iyi değil… İyiye de gitmiyor.

Hemen her sene asgari ücret belirlemelerinin ardından adeta hazır bir replik olarak duyduğumuz “halkımızı enflasyona ezdirmedik” beyanıyla muhatap olmamız da işin belki de en acıklı kısmı. Her market alışverişinde, her kira ödemesinde, her faturada, her masrafta ezilen bu kesim, hem de her sene aynı hayal kırıklıklarıyla. Asgari ücretin açlık sınırının altında kalması, bu sözlerin gerçeği değil, yalnızca olması isteneni olmuş gibi gözükmesine vesile. Bu ücretin kimseye yetmeyeceğini bilmeyen yok, ancak bilgi ve realite birbirine uymuyor. Ekonomik dengelerin bozulacağı nedense işçinin hakkını almasına gelirken akla geliyor. Yanlış olan her şeyin bedelini fakir öder, ödüyor. Bu döngü kırılamadı. Kırılamaz da.

Asgari ücretliyi “koruma” iddialarının ardında nasıl bir ironi yattığını hepimiz biliyoruz. Halkın değil ekonomik çıkarların korunmak zorunda kaldığı ince bir kırmızı hat bu. Enflasyonu tetikleyen politikaların önünü açanların günahını gelir grubunun en altındakiler çekiyor. Gerçek sorulması gereken şu: Neden yoksulluk bir kader olarak sunuluyor? Bu kaderi nasıl kabulleneceğiz?

Türkiye’de asgari ücret, dillere pelesenk olduğu gibi nominal olarak birçok ülkeden daha yüksek gibi görünse de yüksek enflasyon, alım gücünün ne kadar düşük olduğu bu ücretten bahsedilirken pas geçiliyor. Yoksulluk sınırı altında yaşayan aile sayısının artması, Türkiye’nin ekonomik krizin etkilerini nasıl derinden etkilediğinin birer yansıması oysa. 2024 yılı Nisan ayı itibarıyla 4 milyon 235 bin 904 hane temel ihtiyaçlarını karşılamak için sosyal yardıma başvurmuş ve bu rakam 2023 senesinden daha da büyük bir rakam. Demek sorun çözülmek yerine daha da kronikleşiyor. İşler iyiye gitmiyor.

Devletin beklenenler ve gerçekleşenler arasında sıkışması, bir yönetim krizine işaret eder, bunu bir kabul edelim. Bu paradoksun çözümü, daha gerçekçi politikalar geliştirmek ve kaynakların adil bir şekilde dağıtılmasında yatar. Ancak bu çözüm, yalnızca teknik bir mesele değil artık; aynı zamanda vizyon ve irade meselesi...

Temel ihtiyaçların karşılanmaması, içerisinden çıkması mümkün olmayan borç döngüsü, kredi kartları, tüketici kredileriyle yaşamını sürdüren milyonlar, aile içi huzursuzlukların arttığı o kötü iklim… Ruhen, bedenen bitik bir yapı… Bu insan onurunu zedeleyen bir çıkmaz. Vatandaşın kendisine de yönetime de güven duymadığı devasa bir boşluk hali.

Her ne kadar adı asgari ücret olsa da, ülkemizde bu ücret neredeyse ortalama ücret, çünkü çalışanların yüzde 40’tan fazlası asgari ücretle çalışıyor. Yani asgari artık standart olmuş. Hele ki büyük kentlerde asgarilik artık bir yaşam standardı haline gelmiş. Asgari ücret, asgari yaşamlar, hayatı azami değil asgari düzeyde yaşamak, zevkleri asgari düzeyde tutmak, yaşıyor olduğuna şükretmek…

Her yıl olduğu gibi bu yıl da çalışanlar, bir yanda sendikalar diğer yanda işverenler ve hükümet elinde gassalın elindeki meyyit pozisyonundan öteye geçememiş gözüküyor. Gassal demişken...

Gassal dizisi… İyi bir yapım.

Afişlerinden oldukça rahatsız olduğum diziyi izlemem sonrası başarılı bulduğumu söylemeliyim. Khaneh Pedari’nin “The Paternal House” filmi ile içerik ve tematik unsurlar açısından benzerliklere sahip olduğunu düşünüyorum. Her iki yapım da ölüm, ölüm sonrası ritüeller, yas, ailevi bağlar gibi derin ve evrensel konuları kendi ülkelerinin adetleriyle harmanlıyor.

Gassal karakterinin, ölümle doğrudan temas ederek yaşamın anlamını sorgulaması klişe Türk dizilerinin içinde boğulduğumuz şu dönemde farklı bir alan açmış bana göre. Ölümle doğrudan bağlantılı olan dini ritüeller, karakterlerin maneviyatını ve toplumun bu geleneklere bakışını gözler önüne seriyor. Dini ve manevi değerler, karakterlerin içsel çatışmalarında önemli bir yer tutarken Gassal’ın kendi hayatını ve yalnızlığını sorgulaması oldukça manidar. Ahmet Kural’ın oyunculuğunu zaten beğenirim ben. Yüzündeki her bir kırışıklık, mimik çeşitliliği karakteri çepeçevre kuşatmış.

Dizinin atmosfer yaratma konusundaki çabası da oldukça iyi. Ortam mistik ve estetik, temaya uygun bir havada. Her ne kadar sürekli gasılhane görmek zaman zaman hikâyeyi desteklemekten çok, onun önüne geçiyor gibi hissettirse de hikâye anlatımında aynı etkiyi yaratamıyor.

Yine de izlenmesini tavsiye edeceğim bir yapım. Tebrikler.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.