Belki çok dikkat etmiyoruz ama gerek Türkiye’de gerekse dünyada sinema ve dizi sektörü pek çok olumsuzluğun-yanlışın, gizli emellerin meşrulaştırılması için bir araç olarak kullanılıyor.
Vaktinin büyük kısmı TV başında ya da internette dizi film izleyerek geçen ve sörf yapan bir nesil yetişiyor. Zaten olmayan kitap, gazete okuma alışkanlığımız da değişti. Pek çoğumuz artık basılı bir kâğıt parçasına dahi dokunmadan yaşıyoruz.
Teknolojinin hayatımıza aşırı nüfuzu her şeyi kolaylaştırırken pek çok şeyi, en önemlisi de duyarlılıklarımızı beraberinde alıp götürüyor. Birbirimize dokunmadan yaşadığımız için başkalarının yaşanmışlıkları çoğumuz için sanal âlemdeki bir oyundan farklı değil. Her şeyi bir aksiyon filmi izler gibi seyrediyoruz.
Peki, bu duyarsızlık neden?
Bir dönem TV’lerde fırtına gibi esen “24” dizisi vardı. J. Bauer adlı bir ajanın gözünden terör ve teröristlerle mücadele anlatılıyordu. İtiraf etmeliyim ki ilk birkaç sezonunu gözünü kırpmadan seyredenlerden biriydim. Filmin olay örgüsünün çekiciliği kadar ABD’nin yönetim sistemine, CIA ve FBI’a yaptığı ciddi eleştiriler de çekiciydi. Ancak dizinin gizli bir gündeminin olduğunu anlamak çok da geç olmadı.
Dizi sistem eleştirisi yapıyor gibi gözükürken aslında sistemin nerelerde tıkandığı konusunda güya Amerikan halkına bazen gizli bazen açık mesajlar veriyor; sıradan Amerikan halkı da gördükleri karşısında şaşkınlık geçiriyor ve “ama öyle olmamalı” tepkisi veriyordu.
Kısa sürede anlaşıldı ki “24” ve benzeri dizilerin bütün amacı ABD’deki güvenlik devleti konseptine geçiş için halkı hazırlamaktı. İnsanların insan hakları ve hukuk hassasiyetleri terör korkusu ile giderek zayıflatılıyordu. İşkence ile bile olsa alınacak bir bilgi, onlarca belki de yüzlerce masum Amerikalının hayatını kurtaracaksa üç beş kişinin ölmesinin ne önemi vardı ki? Bu arada çaktırmadan Amerikan halkını da zenci bir başkan fikrine alıştırmışlardı.
Yine hatırlanacağı üzere hemen hemen aynı dönemde ülkemizi kasıp kavuran “Kurtlar Vadisi” dizisi de bizde benzer bir etki yapmış, devletimizin eli kanunlar ile bağlı (?) olduğu için bu bağları hayatı pahasına koparacak kahramanlara ihtiyacı olduğu fikri insanlarımızın beynine işlenmiş, okullarımız ve sokaklar kendisini Polat, Çakır, Memati sananlarla dolup taşmıştı. Kendilerini böyle sanmaları bir yana çevremizde olan biten hukukun zorlandığı durumlar karşısında nasıl Amerikan halkı pasifize olmuşsa biz de pasifize edilmiştik.
Ergenekon, Jitem, Hrant Dink vb. davalar gözümüzün önünde yozlaştırılırken, yapılan hukuksuzluklar ile bu davaların içi boşaltılırken farkında olmadan nasıl da tepkisizleştirilmiştik hep birlikte.
Bugün geriye dönüp baktığımızda nasıl Amerika’da Neoconlar aracılığıyla ABD, dünyaya ABD çıkarları için terör ihraç eden bir devlet görünümüne büründü ise kim bilir belki de FETÖ de yıllarca bizi darbe korkusu ile uyutarak kendi darbesi için hazırladı. Ve bizim de artık hem millet hem de devlet olarak bir daha bu tür tuzaklara düşmeyecek bir sistem inşa etmemiz gerekiyor.
İyi olanın kötü olanı kendiliğinden kovamayacağının artık farkına varmamız gerekiyor. Bunun olabilmesi için sinema ve dizi sektörünün ve de basının yeni Türkiye için bazı şeyleri artık dert edinmesinin zamanı geldi de geçiyor. Bizim “Aile Şerefi” ve “Ekmek Teknesi” gibi bu topraklara ait film ve dizilere de ihtiyacımız var.