Türkiye’de rejim denince genelde akla fazla kilolarımız geliyor ve bu konu ciddi bir sektör haline gelmiş durumda. Yiyip içip vücudumuza depoladığımız fazla kütleyi eritebilmek için onlarca farklı yola başvuruyoruz. Maalesef bu yolda hayatını kaybedenler de oluyor.
Türkiye’nin bir de hiç bitmeyen bir rejim yani yönetim sorunsalı var. Türkiye’nin nasıl bir rejimle yönetildiği konusunda kafalar karışık. Bu kafa karışıklığı dünden bugüne devam eden aslında çok da kafa karıştıracak bir mevzu değil ama anlamak istemiyoruz. En aklı başında, okumuş insanlarımız bile temel bir takım bilgilerden habersiz. Cumhuriyet güzellemesi yapan da hala içinde Osmanlı hayali kuran da ne cumhuriyetten ne de monarşiden anlıyor.
Okullarımızda da hala yönetim şekilleri öğretilirken sadece cumhuriyet, monarşi, teokrasi ve oligarşi ayrımı yapılıyor. Halbuki bu isimlendirmeler bize sadece ülkeyi yönetenlerin kim ya da kimler olduğu ve nasıl seçildikleri konusunda bilgi veriyor. Gerçekte ülkenin nasıl yönetildiği ile ilgili bilgi vermiyor. Ve yine unutulan bir nokta bazen bu dörtlünün kendi içinde de bir araya gelebildiğidir.
Cumhuriyeti yöneticilerin halk tarafından seçilmesi olarak biliyoruz. Bu hali ile Türkiye de Suriye de İran da birer cumhuriyet. Çin ve eski Doğu Bloku ülkeleri de öyle idi. Bu ülkelerin hepsinde de seçim vardı. Saddam Hüseyin bir zamanlar Irak’ta %99 oyla Irak Devlet Başkanı seçiliyordu.
Monarşiyi zaten hepimiz biliyoruz; bir hanedanın ülkeyi yönetmesi, oligarşi bir grubun yönetmesi (aslında pek çok yerde monarşiden cumhuriyete geçilirken güç ve iktidar aslında bir oligarşinin eline geçer. Diktatörlükler de böyle doğuyor), teokrasi ise ülkenin dine dayalı olarak yönetilmesi.
Dedim ya bunlar kendi içlerinde de iç içe geçebilir. Mesela İran İslam Cumhuriyeti’nde teokrasi ile cumhuriyet iç içeyken Suudi Arabistan’da da teokrasi ile monarşi bir arada. Osmanlı son dönemlerinde cumhuriyetle monarşinin bir sentezi gibi düşünebileceğimiz Meşruti Monarşi idi. Hilafeti de düşündüğümüzde teokrasi de bunun bir parçası oluyor.
Ne acı ki pek çok aydınımız seçim ve demokrasi kültürünün köklerinin Osmanlı dönemine dayandığını ya bilmiyor ya da bilmezden geliyor.
Peki, bu isimlendirmeler yanıltıcı ise doğrusu ne olmalı? Aslında siyasi rejimler üç ana dala ayrılır. Otoriter rejimler, totaliter rejimler ve birde yumuşak rejimler. Yumuşak rejimleri de kendi içinde demokratik ve liberal rejimler diye ikiye ayırabiliriz.
Yumuşak rejimlerin ne olduğunu anlatmak hem kolay hem de zor, bu nedenle Atilla Yayla hocamızın dediği gibi demokrasi ve liberaliz mi anlatabilmek için tersten yani otoriterizmi ve totaliterizmin ne olduğunu öncelikle anlatmak şart. Kısacası yumuşak bir rejim bu ikisine de benzemeyendir.
Otoriter bir rejimin adında cumhuriyette geçebilir monarşide. Bu tür siyasi rejimler genelde siyasi iktidarın paylaşımı konusunda son derece kıskançken diğer alanlardaki özgürlüklerin sınırı yöneticinin şahsi karakterine bağlı olarak genişleyebilir ya da daralabilir. Örneğin hükümdar güzel sanatlara meraklı ise ülkede bu alanda büyük gelişmeler yaşanabilir ama veliahttı hiç sevmiyorsa ve umursamıyorsa muhtemelen onun devrinde bu alanda ciddi bir gerileme yaşanacaktır. Bir gruba karşı önyargıları varsa o grubun vay haline...
Totaliter ideoloji ve rejimler ise adı üstünde bütüncüdür, hemen her alanda doğruyu ve hakikati bulduğunu iddia eder. Dolayısıyla bu tür rejimlerde muhalefetin her türlüsü suça girer. Ve vatandaşlar bu ilkelere hizmet etmesi gerekenler, muhalifler ise aydınlatılmaları ve doğru yola çevrilmeleri gereken kişilerdir. Ne siyasi ne de kültürel hemen hiçbir alanda serbesti yoktur parti ya da ideoloji hemen her alanda doğruyu ve olması gerekeni zaten bize dikte eder. Parti ya da lider yanılmazdır. İşin ilginci bu tür rejimler çoğu kez kendilerini gerçek demokrasi olarak tanımlar ve düzenli olarak seçimler de yapılır. Hatta aynı ideolojik kalıbın içinde yer almak şartı ile partilere bile izin verilebilir. Sovyetler Birliğinde bütün partilerin Marksist ve Leninist olmak zorunda olmaları gibi. Otobüs firması ismi gibi Koç, Hakiki Koç, Öz Hakiki Koç vs. hepsi Koç’lukta yarışır.
Yumuşak ideolojiler ve rejimlere ise bugünlük yer kalmadı ama herhalde anlayan için bu kadar izahat bile yeterli olacaktır. Hayırla kalınız.