Geçenlerde eski öğrencilerimden birkaçı ile sohbet ederken bir şeyi bir kere daha üzülerek farkettim. Hemen hiçbir konuda ülkemizde fikri takip diye bir durum yok. Bu siyasiler ve de her çeşidinden yöneticiler için inanılmaz bir konfor.
Düşünsenize herhangi bir makama çeşitli vaatlerle geliyorsunuz ama sonrasında kendi söz verdiğiniz ama yap-a-madığınız vaatlerinizle tekrar aday olabilir hatta gerçekleştirilememesinde geçmiş yönetimleri ve rakiplerinizi suçlayabilirsiniz, kimse de size ama bunlar sizin işinizdi demez. Bu iş siyasi parti liderleri açısından da çok büyük bir rahatlık. Nasıl olsa kendi kemikleşmiş seçmeninizin ana kitlesi hiçbir zaman sizi yap-a-madıklarını konusunda siğaya çekmiyor.
Türkiye siyasal hayatının geldiği nokta bu açıdan tam bir rezalet. Sosyal medyanın bu denli güçlü olduğu bir çağda partili gönüldaş mı troldaş mı diyelim pek çok etkili-yetkili insan herhangi önemli bir gelişme karşısında adeta boşa düşmemek için canla başla mücadele etmek zorunda. Kimsenin aklını, vicdanını ve de ilkeleri izlemesi gibi bir durum yok çünkü işin sonu pahalıya mal olabilir.
İlk anların sıcaklığı ile yapılan açıklamalar, atılan twittler, paylaşımlarla bir anda terste kalabilirsiniz. Bu nedenle bir fikir beyan etmeden önce kıvırma hamlelerini de hazırda tutmanız gerekiyor.
Memurların toplu sözleşmesinde yetkili sendikaların hemen her toplu sözleşme sırasında memurları yaya bırakmalarına rağmen bu sendikaların total sayılarını arttırabiliyor olmalarının da başka bir izahı olmasa gerek.
Buna çok güzel bir örnek geçen haftalarda yaşandı, hem de tehlikeli sulara girmemize gerek kalmadan içinde bulunduğumuz durumu anlatabileceğimiz.
Adında süper yazan ama kendisi Avrupa’nın sıradan alt liglerinden olan Türkiye Süper Ligi’nin açılış haftasında akla zarar bir olay meydana geldi. Türkiye’nin güzide kulüplerinden birinin formasını giyen -pahalı ve yetenekli- bir oyuncu sahada -ucuz ama kaliteli- takım arkadaşına önce kafa atma, ardından bir sağ, bir de sol kroşe indirme girişiminde bulundu. Allahtan ıskaladı da saha kan gölüne dönmekten kıl payı kurtuldu.
Dünyada futbola adaleti getirmek için kurulan ama bizde ne hikmetse keyfe keder çalışan VAR sistemi devreye girerek hakemi uyardı ve sokak kabadayılığı yapan oyuncu kırmızı kartla oyun dışına gönderildi. Sahadaki olayları görmek ve adaleti sağlamakla görevli orta hakem ve yardımcılarının olayı ancak VAR uyarısı ile görebilmelerine de sanırım ülkede kimse şaşmadı. O kadar ki, o tantana içinde olayın vahametinin farkında olan teknik direktör oyuncu değişikliği ile işi kurtarma çabası içinde idi. Lafın kısası adalet için getirilen VAR sistemini bile kendimize benzetmekte üstümüze yok.
Konuyu fazla dallandırmadan ana mevzuya dönelim isterseniz. Kırmızı kartın ardından tüm sosyal medya tepkilerle doldu. Bu tepkilerin en başında da güzide kulübümüzle kendini özdeşleştirmiş isimler başı çekti. Asalım, keselimden girip, orada bırakalım, takım otobüsüne almayalım, tarifeli uçakla tek başına dönsün; başkan hemen çıkıp kovsun, sözleşmesi feshedilsin vb. birçok tepki geldi.
Ama tüm bu konuşmaların havada kalacağını o güzide kulübümüzün teknik direktörünü az buçuk tanıyan herkesin bilmesi gerekirdi. Ve ben önden uçan kaçan bazı arkadaşlarıma hele bir durun maç bitsin sayın hocanız bir konuşsun sonra atar, tutarsınız, acele edip boşa düşmeyin diye uyardım. Ve nitekim 23.30’u müteakip saldırgan futbolcuyu asıp kesen ve kendisinden hem boyca hem de yaşça 2 yaş küçük ama yerli futbolcumuzu tutan tayfa bir anda maç sonu hocanın açıklamaları ile önce suskunluğa gömüldüler ve kısa bir süre içinde de tornistan yaparak bir anda “kulüp menfaatleri, takım içi hırs, mücadele azmi…” gibi laflarla hocalarına destek yarışına girdikleri gibi neredeyse yerli topçumuzu da suçlu ilan etmeye kadar gittiler. Şaşırdık mı, elbette ki hayır.
Bu olayın bir benzeri başka bir takımda olsa idi farklı mı olurdu, çok da sanmıyorum. Geçmişte bu anlamda olumlu çok fazla örnek yok. Yıllar önce Pascal Nouma’nın sözleşmesini Beşiktaş feshetmişti ama kendisinden sonra benzer hareketleri yapan futbolculara ne ceza verildiğini ne de sözleşmelerinin feshedildiğini gördük.
Biz bu topraklarda uzun süredir olması gereken sıradan ahlaki tavırlara uzaylı görmüş gibi bakan ve şaşıran bir topluma dönmüş durumdayız. Ve üzülerek söyleyelim ki bu bozulmanın zirvesine de her fırsatta kendisine İslam’ı referans aldığını iddia eden bir iktidar döneminde ulaştık…